TIP EĞİTİMİNDE DARBOĞAZ (10) Yeni ve özenli bir dil gerekiyor

YAKLAŞIK iki hafta boyunca tıp eğitimi alanındaki sorunları büyüteç altına yatırmaya çalıştım. Bugün nihai bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Haberin Devamı

Öncelikle altını çizmem gereken nokta, tıp eğitiminin üzerini kaplayan sorunların kamuoyunda fark edildiğinden çok daha büyük boyutlar kazanmış olduğu ve düzeltici adımlar atılmadığı takdirde içinden çıkılmaz bir hal alacağıdır. Bu alandaki sorunların çözümsüz kalması ve ağırlaşması, önümüzdeki yıllarda, on yıllarda tıp eğitiminin kalitesinin düşmesine yol açarak nitelikli hekimlerin yetişmesini, gelişmesini tehlikeye sokacak, sonuçta sağlık alanında genel bir gerilemeye neden olacaktır.

* * *

Türkiye’de geçen 10 yıl içinde sağlıkta önemli bir dönüşüm yaşanmış, son derece kapsamlı bir reform gerçekleştirilmiştir. Özellikle dar gelirli vatandaşlara dönük sağlık hizmetleri yaygınlaşmış, insanların hizmete erişimi kolaylaşmıştır. Vatandaşın sağlık hizmetlerinden dolayı memnuniyetinin belirgin bir şekilde yükseldiği inkâr edilemez. Buradaki kazanımlar, AK Parti’nin sandıktaki başarısının da en önemli dayanaklarından birisidir.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Tıp hizmeti temel önceliklerden biri yapılırken -sağlık personelinin ağır bir performans baskısı altına alınması bir tarafa- tıp eğitimi ve araştırmanın ikinci plana itildiği, özellikle tıp fakültelerinin bu başlıklardaki asli işlevlerine ağır bir hasarın verildiği de ortadadır. Tahribatın doğrudan ve dolaylı sonuçlarının, kısa dönemde anlaşılmasa da, orta ve uzun dönemde topluma birer olumsuzluk olarak dönmesi kaçınılmazdır.
Tıp fakültelerinde büyük bir kan kaybı yaşanmış, eğitim faaliyetleri gerilemeye başlamış, mesleki pratiklerin öğretilmesinde ciddi zafiyetler belirmiştir. Bütün çalışmalar, eğitimin kalitesi ve araştırmada aşağı doğru bir yönelişe işaret ediyor. Tıp fakülteleri açılışında niceliksel anlamda dünya rekorları kırılırken, eğitimde akademik yetkinliklerin yeterince gözetilmemesi ve liyakat ölçütlerinin çözülüşü, ne yazık ki, niteliğin aynı derecede önemsenmediğini gösteriyor. Sağlık Bakanlığı’nın bürokratik tasarruflarının akademik standartları sıkça örselemekte oluşu da sorunun bir parçasıdır. Özetle, akademik kaliteden feragat edilerek bilimde ileri gidilemez.

* * *

Haberin Devamı

Üniversite öğretim üyelerini ya üniversite ya da muayenehane/özel hastane tercihiyle baş başa bırakan Tam Gün Yasası, bu yasanın bazı hükümlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali ve bunun üzerine çıkarılan kararnamelerin yarattığı hukuki belirsizlikler, bu alandaki eğitim sistemini tam bir kargaşanın içine itmiştir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011 sonunda geçirdiği rahatsızlık sırasında ameliyatının, Tam Gün’ün ardından İstanbul Tıp Fakültesi’nden ayrılmış olan bir profesör (Dursun Buğra) tarafından bir üniversite hastanesinde (Marmara) yapılmış olması, bu yasanın toplum nezdindeki algısını şekillendirmek açısından büyük bir sembolizm taşıyor. Keza, geçen yıl Akdeniz Üniversitesi’nde Türkiye’nin ilk yüz nakli ameliyatını başarıyla yapan ekibin başkanı Prof. Ömer Özkan’ın Tam Gün sonrası muayene açmaya karar veren yarızamanlı bir hoca olması, bu nedenle ameliyatının mevzuat açısından sıkıntı yaratması, yine bu kargaşanın yarattığı tuhaflıkların bir başka çarpıcı örneğidir.
Tam Gün Yasası’nın uygulamadaki sonuçlarına bakıldığında, özel hastanelerin ve yeni kurulmakta olan vakıf üniversitelerinin bu işten ciddi bir şekilde kazançlı çıktıklarını görmemek mümkün değildir.
Buna karşılık, “yalnızca üniversite” tercihini kullanıp tıp fakültelerinde kalarak sorumluluğun en büyük bölümünü üstlenen hocaların uğradıkları gelir kaybı, gelen ek iş yükü ve bunun sonucu eğitime ayırabildikleri zamanının azalması ve motivasyon anlamında içine itildikleri çok yönlü mağduriyet her geçen gün derinleşmektedir. Durumları iyileştirilmediği takdirde tıp fakültelerinden özel hastanelere kan kaybı devam edecektir.

* * *

Haberin Devamı

Hem tıp fakülteleri hem de üniversite dışındaki tıp camiasını birlikte bir bütün olarak yakından ilgilendiren temel bir sorun daha var. O da hekimlik mesleğinin değersizleştirildiği yolundaki güçlü bir kanaatin son dönemde tıp camiası içinde yerleşmiş olmasıdır. Bu konsensüs pek çok faktörün bir bileşkesidir. Ancak bazı siyasilerin zaman zaman kullandıkları üslup da bu bağlamda önemli bir faktördür ve toplumda yarattığı algı nedeniyle doktorlara dönük saygısızlığı, hatta saldırganlığı tetikleyebilmektedir. Doktorların saldırıya hedef olduğu olaylardaki artış sonuçta bütün tıp dünyasını olumsuz yönde etkiliyor.
Geçmiş dönemde sergilenen bazı aşırılıkların ardından hekimler karşısında yeni ve özenli bir dile, söyleme ihtiyaç vardır. Üstelik çözümü en kolay olan mesele de budur, çünkü yasa değişikliği, yeni tüzük-yönetmelik, bütçeye fon aktarımı ya da teknolojik altyapı gerektirmiyor. Yalnızca biraz çaba ve dikkat yeterlidir. Sağlık Bakanlığı’ndaki görev değişikliğinin ardından önümüzdeki hafta yapılacak 14 Mart Tıp Bayramı bu açıdan yeni bir başlangıca vesile oluşturabilir.
Başbakan Erdoğan, geçenlerde “Sevindiğim nokta, tıpta beyin gücümüz iyi” diye konuşmuştu. Şimdi “beyin gücü”ne sahip çıkmanın ve değer vermenin zamanı gelmiştir.

Yazarın Tüm Yazıları