Gerçek mağdurlar üniversitede kalan hocalar

MESLEĞİNİZE âşık, idealist bir hekimsiniz. Üniversite ortamı size heyecan veriyor.

Haberin Devamı

Daha çok araştırma yapmak, daha çok öğrenci yetiştirmek istiyorsunuz. Özel hastaneye geçmek, muayenehane açmak aklınızın ucundan geçmedi. Kararınız kesin, üniversitede kaldınız.
Kaybetmeye hazır mısınız?
Tam Gün Yasası uygulamaya girdikten sonra tıp camiası içinde en çok mağduriyet yaşayan kesimin bu grupta yer alan öğretim üyeleri olduğu söylenebilir.

Son dört yazıda anlatmaya çalıştığım gibi, sorunun temelinde 2010 yılında Tam Gün Yasası’nın çıkarılması ve ardından Anayasa Mahkemesi’nin bu yasanın bazı maddelerini iptal etmesinin ortaya çıkardığı garip, kaotik bir sağlık sistemi yatıyor.
Bir grup hoca ayrılıp özel hastanelere geçerken, bazıları izne çıkıp beklemeyi tercih etti. Bir grup ise kararını üniversitede kalmaktan yana kullandı. Bir de iptal kararının yarattığı imkândan yararlanıp, hem üniversitede kalan hem de mesai dışı saatlerde çalışmak üzere muayenehane açanlar var.
Hükümetin bu gruptaki hocaların üniversite hastanelerinde hasta görmesine, ameliyat yapmasına yasak getirmesi, sadece teorik ders vermelerine izin vermesi, iki farklı statünün şekillenmesine yol açtı. Aynı tıp fakültesinin koridorları içinde ayrı rejimlere tabi olan iki farklı öğretim üyesi sınıfı var.
Birinci kategoridekiler, üniversitedeki iş yükünün çok büyük bir bölümünü üstlenmiş bulunuyor. Hem teorik derslere giriyorlar, hem de ameliyat masasında ya da hasta başında öğrencilere, asistanlara uygulamalı eğitimi veriyorlar. Ayrıca performans sistemi içinde hasta görme baskısı altındalar. İkinci kategoridekiler, yalnızca teorik dersleri anlatabiliyor ama ameliyatlara giremiyor, tecrübelerini öğrencilerle paylaşamıyor. Ancak akşam 17.00’de üniversiteden çıkıp muayenehanelerine gidebiliyorlar. Gelir durumları ilk grupta olanlara kıyasla çok daha iyi.

Buradaki sorunlardan biri, üniversitede sorumluluğun üstlenilmesinde, külfetin dağıtılmasında bir eşitsizliğin, dengesizliğin yaratılmış olmasıdır.
Üstelik birinci gruptakilerin önemli kayıpları var. Bunların başında, eski sistemde özel hasta kabulü mümkün olduğu için, doğrudan hastanenin döner sermayesine yapılan ödeme üzerinden elde edilen gelirin kaybedilmesi geliyor. Üniversite hocaları, bugün aynı ameliyatı yine yapıyor, ancak yeni SGK sistemi içinde eski döner sermaye sistemine kıyasla çok daha düşük bir gelir elde ediyor. Bu anlamda özel hastaneye geçmeyip üniversitede kalmanın yarattığı ciddi bir maddi kayıp söz konusu.
Bu arada üniversitelerin kaynaklarında da
büyük bir erime yaşanıyor. Çünkü eski sistemde özel hastanın döner sermayeye ödediği paranın yaklaşık yarısı doğrudan üniversite bütçesine gitmekteydi. Mevcut durum, yalnızca hocaların gelirlerini değil, üniversitelerin araştırma bütçelerini de olumsuz yönde etkiliyor.
Ciddi anlamda bir hasta kaybı söz konusu üniversiteler açısından. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Şükrü Hatun’a göre, “Öğretim üyesine muayene olma ihtiyacı gerçek ve telafisi başka türlü mümkün olmayan bir ihtiyaç olduğu için daha önce üniversite hastanelerine gelen hastalar ya özel sağlık kurumlarına ya da muayenehane açan hocalara yöneldi. Bu hastalar üniversitelerin vaka serilerinden de çıkmış oldular”.

Sonuçta nereden bakarsanız bakın, mevcut sistem, daha az bir gelirle yetinerek üniversite tercihi kullanan ve yükün büyük bölümünü üstlenen öğretim üyeleri açısından adil bir şekilde işlemiyor. Özverilerinin karşılığını alamadıkları kesin.
Nitekim Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Murat Tuncer, “yalnızca üniversite” tercihini kullanan hocalar için “Bütün bu karmaşa içinde vurulan kesim” tanımını kullanıyor. Prof. Tuncer, şöyle diyor:
“Bugüne kadar yapılan değişikliklerin zarar verdiği tek kesim üniversitede kalan muayenehane de açmayan hocalarımızdır. İstifa etmeyip bu performans sisteminde, bu garip durumda hâlâ çalışmaya devam ediyorlarsa bu insanları kazanmak gerekir.”
Gerçekten de tıp fakültelerinde bu kategoriye giren öğretim üyelerinin durumlarının ciddi bir şekilde ele alınması, durumlarının ivedilikle ve özlü bir şekilde iyileştirilmesi gerekiyor. Prof. Tuncer, “Aksi takdirde üniversiteler, tıp fakülteleri güvenilir, can emanet edilebilir doktorlar yetiştirebilir durumdan çıkar” diyor.
Hacettepe Rektörü’nün sözleri çok ağır bir uyarı. Galiba, bu konuyu bir süre daha tartışmamız gerekecek.

Yazarın Tüm Yazıları