Yeminler unutuldu

MENFAATÇILARIN ilahlaştırmaya çalıştığı ustamız doğru söylemiş. Tutuklu gazeteci sayısı bir elin parmakları kadar. Ötekiler orada tatil yapıyorlar.

Haberin Devamı

Hâkimlerimizin hukuk bilgisinin zayıf olduğunu gösterir bu durum. Neymiş, gazeteciler ve ötekiler darbeye teşebbüs etmiş (!) Hem de bir kısmı daha basılmamış kitap müsveddeleriyle (!) Kitap, tanklar güçlüdür, derler. Basılmamış olanlar, imal edilmekte olan tanktır. “İnen bir daha binemez.”
“Kelleler gider” sözleriyle AKP vekilleri sindirdiler mi? Niçin sesleri çıkmıyor. Bu Müslüman geçinen, kendilerini büyük görenler, Meclis’teki yeminlerini unuttular mı? Anayasa ancak halkın oyuyla değişir. Demokrasi kurallarına göre, kuvvetlerin gerçek ayrılığına dayanan, dünyada geçerli insan haklarına uygun olan ve bu şekilde uygulanan yasalar, ananeler gerekir. Şu da unutulmamalı: Demokrasi havasını bir miktar da da olsa yaşayanlar faşizm havasında yaşayamazlar. Zararın neresinden dönülse kazançtır.
Allah hepimize akıl, fikir versin.
Dinçer ÖNAL

Haberin Devamı

GÜNÜN SÖZÜ

“İslâm’ın peygamberi Muhammed’e efendi demek şirktir. Çünkü, Allah’tan başka efendi yoktur. Ama bir Muhammedperestlik, bir putperestlik var. SAV (Sallallahü Aleyhi Vesellem) demek de uyduruktur. Kuran, yalnızca “Allah’ı övün” diyor, “Muhammed’i övün” demiyor. Hz. (hazret, hazreti) demek “huzurunda” demektir. Bugün kimse peygamberin huzurunda değildir, çünkü o ölmüştür.”
(Hulki Cevizoğlu’nun programında Amerika’da yaşayan ilahiyatçı-yazar Dr. Edip YÜKSEL)

Türkler 16 bin yıldan beri var

BATILILAR tarihe ayak basmakta çok geç kalmışlardır. En eski tarih 2.700 yıl öncesine, Greklere aittir.
İngiliz ve Fransızlar 1.500 yıldan beri tarihtedirler. ABD ise 1775’ten beri mevcuttur.
Bizim tarihimiz MÖ 14 binde, yazıyı icat etmemizle başlıyor.
Kısacası biz Türkler, 16 bin yıldan beri zaman ve mekân örsünde dövülmüş bulunmaktayız. Bu büyük deneyimli Türk milletinin, Türk ulusunun sahip olduğu sinetik (gizli) enerjiyi bir türlü -Türkleri yok saymak için asla düşünmediklerinden- emperyalistler, kurduğumuz onlarca devletlerde yönetim çöktüğünde Türk ulusunun da çöktüğünü sanmak gafletinde de olduklarından daima hayal kırıklığına uğrarlar ve tarihten asla ders almazlar. Bu ilkel davranışlarıyla, “oyuncağına sahip olmak için” her tür şımarıklığı -daha doğrusu- cinayeti ‘demokrasi’ adına işlerler.
Gene aynı hatayı işlemektedirler. Halen, yönetimi ellerine almak isteyenler ya da almış olanlar gene Türk milletinin varlığını çocukça, aptalca yaydıkları dedikodular, iftira, saptırma, yalanlarla, parayla satın alınan vatan hainleri ile insanlığa karşı suç işlediklerinin farkında olamamak cehaleti içinde yok edeceklerini sanırlar.
Bu heves de gırtlaklarında kalacaktır; tarih bunu böyle göstermiştir.
Bunu önemli bilgilerinize sunarım.          Halûk TARCAN

Haberin Devamı

NYT, ‘muhafazakârlaşmayı’ sorguladı

TÜRKİYE’nin yeni imajı üzerine The New York Times’da bir analiz yer aldı.
1. sayfadan anonsla verilen ‘muhafazakârlaşma’ içerikli iki sayfalık yazıda, Serdar Taşçı ile yapılan bir söyleşi de yer aldı. Amerika’da günün sosyal medya olayları arasına giren bu söyleşi, THY’da son günlerdeki gelişmeleri 200 yıllık modernleşme ve sonrasında Cumhuriyet çatışmaları bağlamında konuya dikkat çekti. Taşçı’nın genel bir saptaması yer alıyor: “Sanılanın aksine Başbakan her yere doğrudan emir vermiyor, ancak kurumların yöneticileri Başbakan’ın hoşuna gideceğini düşündükleri eylemleri genel olarak kendiliğinden yapma eğilimine bürünüyorlar.” ODTÜ’den sosyolog Ayşe Saktanber de kurumsal ve yaşam tarzı olarak karşı bir tepki olarak bu süreci okuduğunu vurguluyor. Modacı Yıldırım Mayruk’un, hosteslerin yeni tasarımlar kesinleşmemiş olsa bile bir tasarımcının bu şekilde tasarım hazırlamasının ‘utanç verici’ olduğu görüşlerine yer veriliyor. Gazetede, siyasal muhafazakârlaşma konusunda Türkiye’de ‘ne oluyor’u sorgulayan yazıda, THY için Dilek Hanif’in son
‘tesettürlü’ tasarımları ile 1974’lerde etekli hosteslerin fotoğrafları da yer alıyor.

Haberin Devamı

Meraklısı için not...

‘İMRALI süreci’ Türkiye’yi sarsıyor. Türkiye’nin kuruluşundan bu yana yaşanan sürece ilişkin geniş bir tartışma dönemi başladı. Bu platforma 12 Mart öncesinin Fikir Kulüpleri Federasyonu başkanlarından, 68 hareketinin öğrenci liderlerinden, 12 Mart döneminin mahkûmu Yusuf Küpeli de katıldı. Küpeli, “Türkiye’de şiddet kültürü; seçimden seçime demokrasi; Türkiye halklarına, Türklere ve Kürtlere ihanet; “barış” yalanı, “başkanlık” tezgâhı, yalanlar ve ikiyüzlülükler üzerine” başlıklı yazısı için “12 punto ile 31 A4 sayfası tutan aşağıdaki metnin tamamının okunmasının yararlı olabileceğini düşünüyorum” diyor.
www.sinbad.nu

Biliyor musunuz

Haberin Devamı

“PHILIP C. Jessup Moot Court Competition 2013 (Farazi Dava Yarışması) Türkiye Elemeleri”nde birinciliği her karşılaşmayı kazanan Koç Üniversitesi alırken ‘En iyi Konuşmacı’ ödülünün de Hakan Kızılkum’un olduğunu, Türkiye birincisi takımın, 31 Mart-6 Nisan tarihlerinde Washington’da düzenlenecek Dünya Şampiyonası’nda ülkemizi temsil edeceğini...

İBB’nin şubat ayı Kültür Bülteni neden ay sonunda gelir?
İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü’nün 'Kültür Sanat Bülteni' adlı bir bülteni vardır. İBB'nin faaaliyetleri duyurulur. Bülten çok sayıda kişiye gönderilir; bunlar arasında gazeteciler de vardır. Komik tarafı şu, bülten şubat ayının 22'sinde postaya verildiği için dün elimize geçti. Cuma günü de 1 Mart... Bu bülten ne için çıkarılıyor acaba? Baskı ve dağıtım olarak özen gösterilmesi gerekmiyor mu?
 
PTT, nüfus kağıdı ile yandaş dağıtıcı alırsa....
 
12 Şubat tarihinde Amerikan Büyükelçiliğinde vize görüşmesi için gittim görüşme sonunda PTT onay evrakının eksik olduğunu ve bu evrakla birlikte pasaportumu elçiliğe tekrar PTT kanalıyla göndermemi belirttiler. Aynı gün içerisinde eksik evrağımı tamamlayıp Ankara Küçükesat Postanesine APS ile evraklarımı teslim ettim, postanedeki ilgili arkadaşlardan aldığım bilgi pasaportumun 1 gün sonunda Amerikan Büyükelçiliğine teslim edileceğiydi. Şehir dışında işlerim olması nedeniyle birkaç gün sonra kontrol edebildim. 16 Şubat gününde PTT’nin resmi web sitesinden gönderi takibi yaptığımda gönderimin 15 şubat itibariyle dağıtıcıda olduğu bilgisine ulaştım, o günden sonra yaklaşık 10 gündür postanenin gitmediğim birimi kalmadı ancak hiçbir şekilde gönderime yani pasaportuma ulaşamadım.
Tabi bu süreçte konunun nedenlerine indiğimde benim yaşadığım sıkıntının devede kulak kaldığını ve binlerce kolilerin, binlerce tebligatın bu süre zarfında kaybolduğu bilgisini PTT içindeki fısıltı gazetelerinden duydum . Peki neden diye sorduğumda PTT posta dağıtım işini 1 şubat itibariyle özel bir şirkete devrediyor, devrettiği şirket bizim bildiğimiz herhangi bir profesyonel kargo şirketi değil anladığım kadarıyla genel müdürlüğe yakın yandaş bir şirket... Böyle bir şirketki dağıtıcı olarak işe aldıkları personellerle alakalı olarak ellerinde ne bir CV ne bir detay bilgi sadece nüfus cüzdanı bilgisi.
İşin özeti bir çok değerli evrakın teslim edildiği dağıtı arkadaşın nüfus cüzdan fotokopisi dışında bilgisi olmaması nedeniyle ilgili şahsın gönderimi çöpe mi attığı, yaktığı vb vb ne yaptığıyla alakalı en küçük bir bilgiye ne ben sahibim, ne postane yetkilileri.
Serhat DOĞAN-Mahmutbey, İSTANBUL
 
Taksim’de yeni bir su kemeri kalıntısı ortaya çıktı
 
‘TAKSİM Platformu’ dün şu açıklamayı yaptı:
Taksim’de inşaatı devam eden otoyol kavşağı projesinde ilginç bir gelişme yaşandı ve Osmanlı’dan kalma bir su kemerine rastlandı. Taksim’de Maksem adıyla bir su dağıtım sisteminin bulunduğunu, kent yönetimi dahil, hemen herkes tarafından bilinmektedir. Nitekim Prof. Dr. Kazım Çeçen’in hazırladığı ve İBB tarafından bastırılmış olan kitaplarda ve belgelerde de yer alan bu su kemeri, önemli ve bilinen bir su sisteminin parçasıdır.
Jeoradar sistemi ile yüzeyden bir araştırma yapılmasına dahi ihtiyaç duyulmadan girişilen kazılar ve inşaat, tarihin tahrip edilmesine neden olmaktadır. Çünkü inşaatın acelesi vardır ve yerel seçimlere yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle inşaat, daha kurul kararı bile beklenmeden ihale edilmiştir. İş makinaları ile yapılan kazılarla yalnızca İstanbul’un en güzel caddeleri ve kentin merkezinde kalan son yeşil alanlar değil, Osmanlı eserleri de yok edilmektedir. İnşaat, rant ve inat uğruna, züccaciye dükkanına girmiş fil misali yürütülmekte, her geçen gün kentin dokusunu ve ruhunu tahribe devam etmektedir. Ortaya çıkan durum, şehircilik adına bir skandaldır. Kentin en önemli kamusal alanında kavşak çözümü olarak ele alınan proje ve uygulanan yöntem çağdaş şehircilik standartları açısından da kabul edilebilir gibi değildir.
Kent dışındaki bir otoyol inşaatı yöntemiyle yürütülen projenin, hiç olmazsa çok boyutlu olarak, farklı öncelikler dikkate alınarak ve katılımla geliştirilmesi ve yönetilmesi gerekirdi. İBB Taksim’de en temel görevini yerine getirmemekte, bir bütün olarak ele alınması gereken kentin en önemli rekreasyon ve kamusal alanını, gelişigüzel ve parça parça inşaata açmaktadır. Arkeoloji boyutunun inşaat aşamasında ortaya çıkması da bunun bir göstergesidir.
Ayrıca alanın bütünlüğü dikkate alınmadığı gibi, yaya ulaşımının düzenlenmesi, kültürel mirasın korunması, ekosistemin iyileştirilmesi, araç trafiğinin sınırlandırılması, toplu taşıma ile ilişkilerin kurulması, yönetim işlevlerinin yapılandırılması gibi konuların ihmal edilmesinin yaratacağı sonuçlar ileride yaşanarak anlaşılacaktır.
İnşaat geri dönülmez bir aşamayagelmeden uygulamanın durdurulmasını talep ediyoruz. Yeni bir proje yönetimi sergilemeye davet ediyoruz. Bu konuda israrcıyız. Çünkü Taksim hepimizin.
 
Muhafazakarlaşırken küfürbaz oluyoruz
 
24 Şubat akşamı televizyonlarda futbolun konuşulduğu programlardan birini az da olsa izledim. Fenerbahçe ile oynadıkları maçtan sonra Kasımpaşa teknik direktörü Şota’nın yaptığı açıklama ilgimi çekti.
"İlk defa Türkçe bilmeseydim, dedim. Bu kadar küfür hiç duymamıştım. Bu kadar fazla küfür eden futbolcuları bir arada gördüm, ‘Niye Türkçe biliyorum’ diye sordum. Oyuncular bize küfür ediyor, helal olsun."
Bu sözler, Şota’nın dilinden üzüntüyle dökülüyor basın toplantısında. Dostluğun, barış içinde insanca bir yarışmanın olması gerektiği bir karşılaşma sonunda bu sözlerin söylenmesi toplumumuz adına ne acı, değil mi?
Konuşmasında Şota "Öldüm!" diyor, çektiği acıyı anlatmak için. İnsan kişiliğine ölümcül darbeler vuran küfür, insan olanın diline yakışır mı? Türkçe bilen bir yabancıyı, anadilimizi öğrendiği için pişman edenler adamdan sayılır mı?
Türkiye’de yıllarca futbol oynayan, ardından çeşitli takımlarımızda hocalık eden bir Türkiye ve Türkçe sevdalısına böylesi bir davranışta bulunmak insanlık kitabının hangi sayfasında yazar?
Birçok yabancı sporcu yıllarca ülkemizde kalmalarına karşın bir tek tümce Türkçe öğrenmemek için çaba göstermekteler. Şota gibi Türkçe öğrenenler ise iyi niyet elçilerimiz.
Daha önce binlerce taraftarın; futbolcuya, hakeme, kulüp yöneticilerine küfürleri işitmiştik. Şimdi saha içinde küfrün egemenliğini görüyoruz.
Ne yazık ki toplumumuzdaki küfürler "anaya, avrata, bacıya..." yönelik. İnsanın "Namusum!" dediği kişileri aşağılamak anlaşılmaz bir şey! Kendi namusuna, onuruna değer vermeyen kişi; başkasının namusuna, onuruna saygı duymuyor. Küfrün altında yatan gerçek bu.
Toplum gittikçe muhafazakârlaşıyor. Buna koşut olarak küfür artıyor. Ne yaman çelişki değil mi? Demek ki toplumun önündeki muhafazakâr örnekler kişilere ahlak konusunda doğru kılavuzlar olamamakta. Üstelik bu ülkenin okullarında yıllardır ahlak dersi okutulur.
"Cennet anaların ayakları altındadır." Şiarına inanmış bir toplumun anaya bu kadar kolay küfretmesi nedendir acaba?
Adil HACIÖMEROĞLU
 
Hakan Ünsal’a bir sitem
 
DÜNKÜ yazısı üzerine sevgili Hakan Ünsal’a...İnsanın dil bilmesi ne kadar güzel degil mi?
Lisan bilgisini Türkiye’nin en büyük gazetesindeki köşesinden ilan etmek daha da güzel değil mi?
Dil bilmiyenler çevirmen mi bulması gerekiyor?
Hakan Bey, burası Türkiye; Türkçe konuşulur. Dil bilginize çok güveniyorsanız ve becerebiliyorsanız İngiltere’de yazmayi deneyin.
Ali ERTEM

Yazarın Tüm Yazıları