Hüseyni makamı cazla buluşabilir mi?

GERİDE bırakmaya hazırlandığımız yıl ilgiyle izlediğim alanlardan biri ülkemizdeki genç kuşak caz müzisyenlerinin bir bölümünün geleneksel müziklerimize yönelerek gerçekleştirmek istedikleri sentez arayışı oldu.

Haberin Devamı

Okuduğunuz yazı, aslında bu arayışları yansıtan albümleri dinlerken yıl boyunca zihnimde açık duran bir dosyanın içinde kendiliğinden şekillendi. Ama galiba bu yazıyı yazma fikrini ilk tetikleyen, caz piyanisti Evrim Demirel’in Kalan Müzik’ten çıkan “Ada” adlı albümü oldu.
Bilkent Müzik Sanatları Fakültesi ve Amsterdam Konservatuvarı çıkışlı olan Demirel’in bu albümde caz ile buluşturduğu enstrüman yaylı tambur. Albümde tamburu, Yıldız Teknik Üniversitesi Konservatuvarı’nda bu sazın hocalığını yapan Özer Özel icra ediyor.
Bu albümün içinden çıkan hoş bir sürpriz, 17’nci yüzyılda Dördüncü Mehmet döneminde yaşamış büyük bestekâr Hafız Post’un Hüseyni makamındaki “Çün Sana Gönlüm Düştü” ilahisi. Özel’in gerçekten insanın içine işleyen bir yorumla seslendirdiği bu ilahinin, Demirel’in kuzey cazının sakin, serin tonlarını taşıyan cümleleriyle buluşması pek emsali olmayan çarpıcı bir müzik alaşımı ortaya çıkarıyor.
* * *
Ardından Murat Verdi’nin Equinox’tan çıkan “Shuara” albümüyle karşılaştım. Verdi, ABD’nin en önemli caz okulu olan Berklee College of Music’ten diplomalı bir davulcumuz. Sanatçı, dünyaca ünlü Brezilyalı perküsyoncu Nana Vasconcelos ile birlikte yaptığı ve kuvvetli bir ritm dokusunun hâkim olduğu bu albümde elektronik sesler ve saksafon ve trompet gibi nefeslilerin yanında Murat Öztürk’ün icrasıyla ney, kaval ve zurnadan da geniş bir şekilde istifade ediyor. Verdi, “cazkolik.com” sitesine verdiği mülakatta “Küçük yaşlardan beri Türk halk müziğine, danslarına, özellikle bağlama, zurna ve asma davula yakın ilgim vardı. Daha sonra modern caz, çağdaş kompozisyon, tasavvuf ve Afrika müziklerine olan ilgim gelişince bu etkiler de doğal olarak müziğimin içinde yer almaya başladı” diye konuşuyor. Verdi, albümünde bütün bu müziklerin hepsini gerçekten de ustaca birbiriyle buluşturabilmiş.
* * *
Beni şaşırtan bir diğer albüm, genç kuşağın başarılı caz piyanistlerden Uraz Kıvaner’in Rec’ten çıkan “Pieces” albümü oldu. Bu, ilk bakışta klasik caz konseptinin içine oturan bir albüm. Ancak albümün yedinci parçasında işler birden değişiyor. “Diriliş” adındaki parçada karşınıza bağlamasıyla İsmail Altunsaray çıkıyor ve özellikle şarkının girişinde bu enstrümanın armonik imkânlarının pekâlâ caz konseptlerine eklenebileceğini gösteren bir pencere açıyor. Kıvaner’in bu bestesi, 9/8’lik aksak ritimle başlayıp, daha sonra Afrika-Küba karması bir ritme geçip, oradan koşar adım swing’e atlayıp, sonra yeniden 9/8’e dönüş gibi sürprizlerle dolu.
Kıvaner, albümünde “Kendi kültürümü asla inkâr etmem” diyor, farklı kültür ve tarzların pekâlâ anlam bütünlüğünü kaybetmeden birleştirebileceğini söylüyor.
* * *
Ve aynı tema içinde yılın sonuna doğru beni gerçekten etkileyen bir çalışma, değerli caz piyanistlerimizden Baki Duyarlar’ın cazın kemençe ile izdivacına sahne olan “Kemenjazz” albümüydü. Aslında ekol olarak füzyona, elektronik caza açık duran müzisyen, yakın zamanda kalburüstü Amerikalı cazcılarla bu çizgide iki önemli albüm yapmıştı. Duyarlar, Ada’dan çıkan bu son albümünde değişik bir tarza yönelerek, ne kadar yaratıcı ve çok yönlü bir besteci olduğunu gösterirken, Türkiye’de kemençenin önde gelen virtüözlerinden Derya Türkkan ile el ele tutuşuyor. Bu albümde de kemençenin caz motifleriyle nasıl örtüşebileceğini izliyoruz. Özellikle Şenova Ülker’in dingin trompeti ile Türkkan’ın kemençesinin karşılıklı konuştukları, ardından Duyarlar’ın piyanosuyla ikisinin üstüne ince örtüsünü çektiği “Aşk Tanrısı” adlı parçayı, müziklerarası bir diyalog çabası olarak görebilirsiniz.
Duyarlar, albümün tanıtım yazısında “Derya bu projeyi yazmanın sebebidir. Bana ilham veren kemençesinden çıkardığı özel tonudur” diyor.
* * *
Aslında verdiğim 4 örnekte de aynı kalıbı görüyoruz. Hepsi de ana kulvar olarak caz müzisyeni olan, bu tarzın hakkını veren usta müzisyenler. Ancak hepsi, yaşadıkları toprakların geleneksel müziklerine de bağlı, bu seslerle de barışık sanatçılar.
Bir anlamda hem Doğu’yu hem de Batı’yı hissedebilen, müziklerinde bu iki dünyayı da buluşturmaya çalışan insanlar. Aslında Türkiye’nin dünya müziğine yapabileceği önemli bir katkının bu sentezde yattığına inanıyorum. Bu albümlerden yayılan seslerin üzerinden bir köprünün yükselmekte olduğunu görür gibiyim.

Haberin Devamı

NOT: Bugün Batı’dan Doğu’ya doğru yol aldık. Geleneksel çalgılarımızı çalıp daha sonra caza doğru açılan sanatçılarımızın çalışmalarını ayrı bir yazıda değerlendireceğim.

Yazarın Tüm Yazıları