“Suriye BDP’si” ile…

Brüksel- Brüksel’I bilenler, bu pek de büyük olmayan şehirde “birkaç Brüksel” olduğunu da bilirler.

Haberin Devamı

Biri, daha şehre girmeden “banliyö” sayılacak bir noktada, havaalanı yakınındaki NATO merkezidir. Türkiye’ye Patriot verilmesi kararını veren Brüksel orasıdır ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu o Brüksel’e geldi.

 

Bir de “AB başkenti” olarak Brüksel vardır. Place Schumann ya da Schumann Meydanı’ndaki koca binası ile Komisyon, yani AB’nin yürütme organı, Brüksel’e yerleşmiştir; orası ayrı bir Brüksel dünyasıdır.

 

Önceki sabah, Komisyon sözcülüğünden ismini kamuoyunun gayet iyi hatırlayacağı, AB’nin şimdiki Türkiye sorumlusu Jean-Christoph Filori, dörtgen masanının üç yanına yerleşen, aralarında bazıları çok genç, çeşitli uluslardan gelmiş topluluğa işaret ederek, “AB’deki Türkiye işini yapan ekip, tam kadro işte bu” dedi, onlar benim de dahil olduğum birkaç kişiyi Türkiye’deki gelişmeler ile ilgilisoru bombardımanına tutmadan önce.

Haberin Devamı

 

Gözlerimle saydım, 11 kişiler. Adeta Teknik Direktör Filori yönetiminde bir futbol takımı gibi. Türkiye hakkındaki “İlerleme Raporu”nu kaleme alan o ekip.

 

Sağımda outran Filori’ye Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in de Brüksel’de bulunduğunu hatırlatıyoruz; “Biliyorum” diyor, “Stefan Füle ile yapacağı görüşme notu, önümde duruyor…”

 

Adalet Bakanı’nın AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komisyoneri ile yapacağı görüşme için, karşımızdaki ekibin hazırladığı “görüşme notu”na ben de zaten yan gözle göz atmaktaydım; sınavda kopya çekmeye yeltenen çocuklar misali.

 

Yakınlarda, her köşesi her daim hareket halinde, AB’nin bir başka organının kocaman bir binası daha var; Avrupa Parlamentosu.

 

Avrupa Parlamentosu, AB’nin “diğer boyutu” ve orası da “bir diğer Brüksel”. AB Komisyonu’ndan çok daha geniş bir ilişkiler ağı, Avrupa Parlamentosu binasının içine yansıyor.

Haberin Devamı

 

Binanın salonlarından birinde “AB, Türkiye ve Kürtler” başlıklı konferans 9. kez yapılıyor. Bu kez, konferansın ana başlığı “Türkiye’de Kürt Sorunu: Diyalogu Yenileme ve Doğrudan Görüşmelere Başlama Zamanı”

 

Bu konferansın “patronları” var; Nobel barış ödüllü iki isim, Güney Afrikalı Başpiskopos Desmond Tutu, İranlı Şirin Ebadi, ayrıca Bianca Jagger, Prof. Noam Chomsky, Yaşar Kemal, Vedat Türkali ve Avrupa Parlamentosu’nun Sakharov Düşünce Özgürlüğü ödülü sahibi Leyla Zana. Her açılış oturumunda olduğu gibi, Leyla Zana kürsüde ilk konuşmacılardan biri. Yine her seferinde olduğu gibi, Desmond Tutu, dev ekrandan salona hitap ediyor.

 

Konferansın bir de geleneksel düzenleyicileri var; Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birleşik Solu ve Nordik (İskandinav ülkeleri) Yeşil-Sol grupları. Bunların temsilcilerinden biri, Türkiye’nin diplomatik temsilciliğinin, konferansı engellemek için uğraştığını, Avrupa Parlamentosu’nun nasıl bir yer olduğundan habersiz bir girişim başlattığını, kınama cümleleriyle ifade etti.

Haberin Devamı

 

Bu tür “rutin” uygulamaları bildiğimizden, hangi “Türkiye Büyükelçiliği” diye merak edip, soruşturmadım. Malum, Brüksel’de NATO’daki Daimi Temsilciliğin yanısıra bir AB nezdinde ve bir de Belçika hükümeti nezdinde iki Türkiye Büyükelçisi daha var.

 

Türkiye’yle sorunlu, birçoğu Türkiye’ye giremeyen ve yıllardır Avrupa’nın değişik köşelerinde ikamet eden birçok –resmi “lehçe”yle konuşursak- “Kürt kökeni yurttaşımız” ile konferansı izlemek için geldikleri Avrupa Parlamentosu koridorlarında karşılaşıyoruz. Tanıdık similar.

 

Bu yılki konferansın benim açımdan en ilginç siması, Suriye Kürtlerinin en etkili partisi PYD’nin “Eş Genel Başkanı” –diğer “eş”in adını bilen pek yok- Salih Müslim.

Haberin Devamı

 

Salih Müslim, bu konferansa ilk kez katılıyor. Benim açımdan işin daha da ilginç faslı, salonda yerlerimizin yan yana düşmesi ve ayrıca aynı panelde konuşmacı olarak yer almamız.

 

İlk karşılaştığımız anda ikimizi tanıştırmaya yeltenen, düzenleme komitesinden birinin çabasını, “Tanımayan mı var?” diye gayet düzgün bir Türkçe telaffuzla boşa çıkarıp, el sıkıştı.

 

Salih Müslim, İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu bir kimya mühendisi. 1977’de mezun olmuş. İTÜ’den Kimya Mühendisliği diploması aldığına göre, gayet akıcı bir Türkçe ve gayet iyi bir telaffuzla konuşmasında şaşılacak bir taraf yok gibi görünüyor.

 

Ama, o bunun ötesine geçerek, “Suriye’nin neresindensiniz” anlamındaki “Nerelisiniz” sorusuna Urfa cevabını yapıştırıyor. Yüzümdeki soru işareti ifadesini görmüş olmalı ki, ayrıntıya giriyor; “Kobani” diyor. Kobani, yani Arapça adıyla “Ayn el-Arab”, Mürşitpınar sınır kapısının açıldığı yer. Suruç’un neredeyse tam karşısı.

Haberin Devamı

 

Kobani’yi duyunca, “Murat Karayılan’ın hemşehrisisiniz yani” diyorum ve sağdan soldan hayret nidaları duyuyorum; “Nereden aklınıza geldi bu? Nereden çıkartıyorsunuz?” gibisinden.

 

*O Suruçlu, Salih bey ise, Kobani’liymiş. Arada birkaç kilometrelik bir mesafe bile yok. Güçlü bir kol için, bir taş atımlık mesafe” karşılığını veriyorum. Upuzun Türkiye-Suriye sınırının aynı köyü, kasabayı, kenti böldüğü, sadece bir demiryolu olan bir yere ait Salih Müslim’in kökeni ve bu yüzden “Nerelisiniz” sorusuna, o da, hiç tereddüt etmeden “Urfa” cevabını o yüzden verebiliyor.

 

Urfa’da, sınırın Türkiye tarafında çok akrabaları olduğunu söylüyor. Çocukluğundan beri, Türkiye-Suriye ayrımını pek hissetmeden yaşamış, o demiryolunu sınır gibi görmemiş bir ahaliye mensup.

 

Bu kısa diyalog bile, Türkiye ile Suriye Kürtlerinin içiçeliğinin göstergesi. Bir yandan da, Türkiye’nin Kürt sorunu ile Suriye’deki gelişmelerin içiçe geçmeye başladığının bir işareti.

 

Yerlerimizin yan yana düşmesi sayesinde, soluma göz attığımda, Türkçe not tuttuğunu farkediyorum. Arada bir lafa dalıyoruz. Bir Suriye haritası çizip, yerleri işaretleyip PYD’nin nerede ne kadar, diğer Kürt partileri ve gruplarının nerede, ne kadar gücü olduğunu soruyorum. Benim haritamı beğenmiyor; o bir harita çizip, ayrıntılı açıklamalar yapıyor.

 

PYD’nin PKK ile organik bağı olduğunu kabullenmiyor. Ama, “İlhamımızı Sayın Öcalan’dan aldık ve alıyoruz” demeyi de ihmal etmiyor.

 

Salih Müslim’in kabullendiği tanım şu: “Biz, Suriye’nin BDP’siyiz…”

Türkiye ile hiçbir teması olmadığını, sorum üzerine söylüyor. Peki, “Devletin bir kurumu ya da kademesi, ‘gelin konuşalım’ derse size?”

 

“Hemen görüşürüz ve söylemek istediklerimizi açık yüreklilikle söyleriz” cevabını veriyor.

 

“Önce BDP’nin varlığını bir sağlama alalım da, sıra size gelir” demiyorum ben.

 

Ama, Türkiye’de müzakere sürecinin canlanmasının, Türkiye’yi, Suriye’deki Kürt sorunuyla ilgili olarak da rahatlatacağını Brüksel’de farkediyorum.

Yazarın Tüm Yazıları