Ombudsman istifa...

Hrant Dink, hakkındaki 301’e dayalı Yargıtay kararı üzerine “Bu benim ölüm fermanım” demişti. Aradan çok vakit geçmedi, Hrant Dink, 19 Ocak 2007 günü öldürüldü.

Haberin Devamı

Yargıtay kararının kendisi hakkında “ölüm fermanı” olduğunu düşünen sadece Hrant Dink değildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 24 Aralık 2010 tarihinde kesinleşen Dink/Türkiye kararında, Yargıtay kararını “Hrant Dink’i ölümcül bir saldırının ortasına atan karar” olarak niteledi.
Söz konusu Yargıtay kararının altına imzasını atan tüm yargıçlar, bu kararın “manevi sorumluluğu”nu ömürleri boyunca üstlerine yapışmış bir “utanç belgesi” olarak taşıyacaklardır.
Bu “utanç belgesi” onların herbirine bir “manevi sorumluluk” yüklüyor; kararlarının bunun dışında “hukuki sorumluluk” anlamında bir “yaptırımı” elbette yok.
Ancak, tek bir “yaptırım” olması gerekirse, bu da, bu kişilerin, mesleki hayatlarında, daha sonra “taltif” edilmemeleri olur. Oysa, Türkiye’de olan, bunun tam tersi olmuş. Bu karara olumlu oy verenlerin herbiri “terfi” etmişler, olumsuz oy kullananlar ise, “tenzil-i rütbe” sayılabilecek görevlere kaydırılmışlar.
Bu “tuhaf” gelişmenin en çarpıcı ve insanların “vicdanını yaralayıcı” en kötü uygulaması, kararın altında imzası bulunanlardan Nihat Ömeroğlu’nun Ak Parti adayı olarak, Ak Partililerin oylarıyla Türkiye’nin “ilk ombudsmanı” yani “bireyi devlete korumak yükümlülüğü” altında, “kamu denetçisi” seçilmesi oldu.
İktidar partisi, bu “tercih”in “siyasi sorumluluğu” altındadır. Demokrasi adı verilen rejimin en temel niteliklerinden biri, kamu yöneticilerinin “hesap verebilirlik” (accountability) ilkesine tabi olmalarıdır. İktidar partisi, bundan böyle, her adımında bu ülkenin demokrasi güçleri tarafından, “Nihat Ömeroğlu tercihi” nedeniyle “sigaya çekilmeye” mecburdurlar.
Bu durumu kurtaracak –Hrant Dink’i geri getirmeyecek olsa da- tek şey, belki Nihat Ömeroğlu’nun altına attığı karardan “pişmanlık duyduğunu” açıklaması olabilirdi. O ise, akıl almaz bir “pişkinlik” içinde görünüyor ve “zırva tevil götürmez” cinsinden açıklamalar yapıyor.
Taraf gazetesine dün yaptığı açıklamada kullandığı şu sözlere bakın:
“Ben Hrant Dink olduğunu da bilmiyordum. Merhumun ismi Fırat. O zamana kadar da, ölene kadar da, bu arkadaşı çok da şahsen tanımıyordum. Bu da çok samimi ifadem. Çünkü bizim Yargıtay’da yoğun işlerimiz var. Bunlarla uğraşmıyoruz.”
Doğru da söylemiyor. Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin, dün bir açıklamada bulundu ve “Neresinden bakarsanız, bu, kamu baş denetçiliğine seçilen kişinin edeceği sözler değil. Zira bu doğru değil. Dosyadaki hemen bütün belgelerde, Şişli Asliye Ceza Mahkemesi kararında ve diğer kararlarda sanık ismi olarak Fırat (Hrant) Dink geçiyordu. ‘Dosyadaki sekiz yazıyı da okudum’ demiş Başdenetçi. Okuduysa, eğer, bu sekiz yazının sekizinin de Fırat değil Hrant Dink tarafından yazılmış olduğunu anlamış olması gerekirdi. Hrant Dink, Agos’ta bütün yazılarını Hrant Dink ismiyle yazıyordu.”
Yargıtay sürecinde Hrant Dink’in “suç işlemediği” yönünde itirazda bulunmuş olan dönemin Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu da, bu açıklamayı doğruluyor ve “adı Fırat’tı gibi bir tartışmayı son derece yüzeysel buluyorum” diyor haklı olarak.
Ombudsmanlıkta dakika bir; yalan beyan...
Nihat Ömeroğlu’nun “samimi” beyanına inansak bile, bu daha da vahim; Hrant Dink hakkında karar verdiğinden habersiz bir “Türkiye’nin ilk ombudsmanı” ile karşı karşıyayız demektir. Allah, Türkiye’nin bireylerini devlet karşısında böyle dünyadan habersiz bir “kamu denetçisi”nden korusun!
“Samimi” ifadesine bakılırsa, Hrant Dink olduğundan –zaten o “arkadaşı” şahsen çok da tanımadığına göre- haberdar olmadan karar vermesinde bir anormallik yok; çünkü Yargıtay’da yoğun işleri varmış, bunlarla uğraşmıyorlarmış
Yoğun işleri arasında uğraşamadıkları için Hrant Dink’e ceza vermekte beis görmediler ama ve Hrant, onların “ölüm fermanı”yla öldürüldü.
Nihat Ömeroğlu’nun ombudsman seçilmesinin ardından her açıklamasında sergilediği “şaşkınlık”tan ya da kamu tarafından “kabul edilmez” nitelikteki beyanlarından sonra daha da, iyice battıktan sonra yapabileceği “olumlu” tek bir şey var: İstifa.
Ortaya çıkan “manzara”dan sonra, gönül rahatlığıyla, kamuoyunun kabulü ile “kamu denetçiliği” yapabilmesi imkansız. İmkansız. O nedenle, kendisini seçen TBMM’ye ya da daha doğrusu “iktidar partisi” milletvekillerine teşekkür ederek, “sine-yi millet”te sakin bir emeklilik hayatı yaşamaya devam etmek. Yani, çekilsin. İstifa etsin.
Nihat Ömeroğlu’nun ombudsman seçilmesinden sonra, medya, onun da aralarında bulunduğu Hrant Dink kararını vermiş olan yargıçların ve karara karşı oy kullanmış olanların daha sonraki sicillerini ortaya çıkarttı. Kim nasıl “terfi” etmiş, olumsuz oy kullananlar daha sonra ne olmuş, öğrendik.
Aynı şey, şimdi Nihat Ömeroğlu’nun kim tarafından, nasıl ombudsmanlığa aday gösterildiğini ortaya çıkartmaya geldi. Bazı gazetelerin Ankara büroları, en mahrem devlet bilgilerini, iktidar partisiyle yakınlıkları sayesinde sayfalarına taşıyorlar. Aynı yakınlığı, bu kez, Nihat Ömeroğlu’nun aday gösterilme ve seçilme sürecinin aydınlatılması için kullanmalılar.
Nihat Ömeroğlu adını Ak Parti’de kime kim getirdi. Onca aday arasından –aralarında başarılı bir eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da vardı- Nihat Ömeroğlu ismi, kimin desteğiyle öne çıktı? Kim kolladı Nihat Ömeroğlu ismini?
Bütün bunlar ortaya çıktığı takdirde, Hrant Dink davasının, Devlet Denetleme Kurulu raporuna rağmen, karanlığa yönlendirildiğini, kimin bu süreçte ne derece sorumlu olduğunu da öğrenmiş oluruz.
Hatta, belki de, Hrant Dink cinayetinde sorumluluk ve kusurun kimler tarafından nasıl paylaşıldığını öğrenir, cinayetin aydınlanmasını sağlarız.
Ve, böylece, “hesap verilebilirlik” ilkesinin uygulanmasını mümkün kılar, “siyasi sorumluluk” ortaya çıkarılır; böylece Nihat Ömeroğlu’nun ombudsman seçiminin, Türkiye demokrasisine bir hayrı dokunmuş olur...

 

 

Yazarın Tüm Yazıları