ERDOĞAN VE DIŞ POLİTİKA (3) Popülarite çok iyi, ya sonuç?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün “Arap Sokağı”nda, daha geniş anlamda İslam dünyasında çok az lidere nasip olan düzeyde bir popülaritesi var.

Haberin Devamı

Başbakan’ın geçen hafta gittiği Kahire gezisi, bu bölgede kendisine dönük sıcak duygu iklimini yansıtan görüntülerle doluydu. Gezinin en iz bırakıcı anlarından biri, Mısır Başbakanı Hişam Kandil’in kendisinden söz ederken “Sayın Erdoğan sadece bir ülkenin değil, bir bölgenin lideri ve kendi sorumluluğunu bilen bir başbakan” diye konuşmasıydı.
  
*

Başbakan Erdoğan’ın Mısır’ı Türkiye’nin “dış politika ortağı” olarak ilan etmesi ve iki ülke arasında çok özel bir yakınlaşmanın şekillenmesi bu ziyaretin bir başka önemli sonucudur.
Türkiye’nin Müslüman Kardeşler yönetimindeki Mısır ile girdiği yakınlaşma, Suudi Arabistan ve Katar’ın da yer aldığı bir kümelenmeyle tamamlanıyor.
Bu yakınlaşma, Başbakan’ın dış politika söyleminde İslamcı motiflerin kuvvetlendiği, aynı zamanda Batı’ya karşı eskiye kıyasla daha sivri tonların ön plana çıktığı bir döneme de rastlıyor.
Bir anlamda Erdoğan’ın 2009 başında Davos’ta İsrail’e karşı “One minute” çıkışıyla sergilediği meydan okumanın son dönemde genel bir dış politika diline dönüştüğünü söyleyebilmek mümkün.
Erdoğan’ın son olarak “Kimse İsrail savunma hakkını kullanıyor diyemez” diyerek ABD Başkanı Barack Obama’ya da kafa tutan bir çizgiye yönelmesi, bu dilin bir başka tezahürüdür.

*
  
Bu yönüyle Erdoğan’ın, Türkiye’deki siyasi hasımlarına karşı kullandığı polemikçi, kavgacı, öfkesini dışavurmaktan sakınmayan üslubunu artık dış politikada da sergilediğini, içe ve dışa karşı bir üslup birliğine girdiğini görüyoruz.
Erdoğan, dünya egemenlerine çatıyor, uluslararası sistemin değişmesini talep ediyor, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine yükleniyor, hatta onlardan söz ederken “Al birini vur öbürüne” gibi amiyane ifadelere kayabiliyor.
Bu tutumuyla Erdoğan, belli ki, İslam dünyasında, genelde de üçüncü dünyadaki yüksek profilini daha da güçlendirmeyi, bu kesimin uluslararası alandaki en önemli sözcüsü olarak kendisini tescil ettirmeyi amaçlıyor. Bunu önemli ölçüde başarmış durumda zaten. Muhtemelen elde ettiği bu konumundan aldığı güçle Batı dünyasının karşısına daha kuvvetli bir müzakere pozisyonundan çıkmak istiyor.

*
  
Gelgelelim dış politikaya yerleşen bu dil, bir dizi sorunu ve çelişki yumağını da Türkiye’nin dış politikasının gündemine sokuyor. Temel sakıncalardan biri, Erdoğan’ın uluslararası sisteme dönük eleştirilerinin önemli bir bölümünde haklılık payı olsa da, üslubunun bu haklılığı ciddi bir şekilde gölgelemesidir. Bir diğer sakınca, başvurduğu çatışmacı dilin, köprüleri hemen atan üslubun kendisinin dış politikada rol oynama ve bu çerçevede diplomasinin imkânlarından yararlanabilme yeteneğini de zedelemeye başlamasıdır. Kapalı kapılar üzerinden diplomasi yapılamıyor.
Ayrıca, Erdoğan’ın sert retoriği kendisini Arap Sokağı’nda kahraman yapsa da, bu durum dış politikada illa somut kazanımlara tahvil olmuyor; Gazze krizinin sona erdirilmesinde belirleyici rolü Mısır’ın oynamasında görüldüğü gibi... Batı basınında bugünlerde Türkiye’nin bölgedeki rolünün gerilemekte olduğu yolundaki yorumlardan geçilmiyor. Bir başka önemli sorun, Başbakan’ın Batı ile sürekli bir hesaplaşma psikolojisi içinde konuşmasının, üyesi olduğu Batı kurumlarında ve ittifaklarında Türkiye’yi sıkıntılı ya da çelişkili durumların içine sokabilmesidir.
Bu duruma çok güncel bir örnek verelim. Başbakan geride bıraktığımız hafta birçok vesileyle ABD başta olmak üzere dünyadaki “egemenler”e verip veriştirirken, Türkiye bu egemenlerin bir bölümünün köşe başlarını tuttuğu NATO’ya resmen başvurarak, Suriye füzelerine karşı kendi emniyetini sağlamak için Patriot hava savunma sistemi talep etti.
Alın size bir inandırıcılık sorunu...

Yazarın Tüm Yazıları