Halep…

Beyrut’ a gittiğimde uğramayı ihmal etmediğin Libraire Internationale’e adlı ünlü kitapçıda birkaç ay önce tanıdım o genç adamı.

Haberin Devamı

Yanıma teklifsizce yanaşarak Türkçe konuşmaya başlayan Vahakn Keşişyan ile daha ilk karşılaşmamızda uzun uzun Suriye’deki durumu ve Halep’i konuşmuştuk. Vahakn, Halep’liydi.

 

Vahakn’ı bir süredir Türkiye’nin tartışmasız en iyi haftalık gazetesine dönüşen Agos’ta yazdığı yazılarla izliyorum.Geçen haftaki Agos’ta Vahakn Keşişyan’ın “Halep’ten geriye hatıralar kaldı” başlıklı yazısını gördüğüm anda, korktuğum başıma geldi. Halep’in bildiğimiz haliyle, Halep’i Halep yapan haliyle ortadan kalkmış olduğundan korkuyordum.

 

Vahakn’ın yitip giden şehrine dair yazısını okuduğumda, iç savaşların acımasızlığını ve tahrip gücünün ölçüsüzlüğünübir kez daha hissettim. İç savaşların mahvettiği dünyanın iki güzel şehrinden birinde yaşadım; Beyrut’ta. Diğerinde de ölüm hayatı rehine almışken bulundum; Saraybosna’da.

Haberin Devamı

 

İç savaşların nasıl yok edici olduğunu bilirim yani. Halep’le ilgili olarak onun için çok korkuyordum ve ne Beyrut’ta, ne Saraybosna’da bile olmayan şey, onun başına geldi. Halep’e eşsiz kimliğini veren birkaç şeyden en önemli ikisi bitirildi ya da ölümcül biçimde yaralandı: Halep çarşısı ile Emeviler döneminden kalma Büyük Cami. İlki 25 Eylül’de, ikincisi geçen hafta.

 

Halep’e Antakya üzerinden gittiğim her seferinde Halep’in güzelliği gözümün önüne gelip, “ikiz kardeşi” Antakya’ya acırdım. Antakya’yı bundan kırk yıl önceki haliyle hatırlamaya çalışır, özellikle son 10-15 yılda şehre karşı TOKİ tipi yapılaşmayle, dünyanın bu en kadim yerleşim ve medeniyet merkezlerinden birine karşı modernleşme namına girişilen “mimari katliam”a isyan ederdim. Bunun nasıl birşey olduğuna, Sen Piyer Kilisesi’nden “Yeni Antakya”ya doğru bakan, gördüğü çirkinlik dehşetiyle tanıklık eder.

 

Haberin Devamı

Bir saat ötedeki Halep’e varınca, ise “kadim kent”in mimari güzelliğiyle insanın içi açılır. Fakat, Halep’in hiçbir yeri eşsiz kalesi ve kalenin dibindeki “El Medine Suk” yani uzunluğu 13 kilometreyi bulan ve ta 13. Yüzyıldan kalma dünyanın en büyük kapalıçarşısı kadar başdöndürücü değildir. Halep’in eski kapalıçarşısının cıvıl cıvıl ve yüzyıllar boyu öyle kalmış sokaklarında aynı anda Arapça, Kürtçe, Ermenice ve Türkçe’nin uğultusu işitilir.

 

Halep, “Şark”ın ta kendisi, en heyecan verici yüzü gibi gelmiştir bana.

 

Halep, Şark’ın en kozmopolit şehridir ve büyüsü de oradan gelir; bu büyüyü de ona çarşısı verir. Aslında, bütün bunları anlatırken “di’li geçmiş” zaman kipi kullanmak daha doğru olacak, zira 25 Eylül’de savaşan güçler arasına sıkışanmuhteşem çarşısının çok önemli bir bölümü yandı, kül oldu. Neresi, ne kadar yandı, yok oldu? Görmeden söyleyemem.

Haberin Devamı

 

Vahakn, şu satırları daha Büyük Cami tahrip olmadan yazmıştı:

 

“Burası Stalingrad mı? Bilmiyorum ama Halep ve Haleplilere acıyorum… O sokakların, dünyanın en güvenli yerleri olduklarını zannetmiştim, hatta sokaklarımızda hiçbir olay çıkmamasından şikayet etmiştim, şehrimizin durağanlığına dudak bükmüştük. Fakat bunun alternatifinin bütünüyle yok oluş, kül, toz ve enkaz olacağını bilmiyordum.”

 

Ardından şu çok ilginç soruyu ortaya atıyor ve iç burkan duygularını paylaşıyor:

 

“Birşeyi öğrenmek istiyorum. Bundan kim sorumlu? Baas rejimi ve Dr. Beşar Esad mı? Babası mı? Her şeyi ama her şeyi yıkmadan alaşağı edilemeyecek kadar sert ve otoriter bu rejimi kim inşa etti?.. Elbette ki, cevap ne olursa olsun, gerçek şu ki, ben her şeyimi kaybettim ve anılarım kabusa döndü. Halep etiketlerinin saniyede yüzlerce kez karşıma pıtrak gibi çıkmasından nefret ediyorum çünkü Halep sonsuza kadar yok oldu.”

Haberin Devamı

 

Ve, ardından şu şaşırtıcı itiraf:

 

“Halep sokakları çirkindi, binaları pisti, parkları kendi hallerine bırakılmıştı ve mirası görmezden gelinmişti. İnsanları birbirlerine iyi davranmazlardı, gençler sıkılırdı, yaşlılar unutulurdu, erkekleri fazla maskülendi, kadınları dışlanmıştı, çocukları istismar ediliyordu, görevlileri yolsuzluğa bulaşmıştı…”

 

Demek ki, Halep’I Halep’li olarak “içinden” bilmek ve yaşamak, bizim gibilerin “romantizmi”nden farklı bir duyguymuş.

 

Peki, şu satırlara ne demeli?

 

“Dürüst olmak gerekirse, çoğunlukla Halep’i sevmezdim. Arkadaşlarımla Halep’in ne kadar çirkin bir şehir olduğu hakkında atıp tutardık ve inanın, bu şehri terk edenlerin çoğu, bir zamanlar ait oldukları bu şehre karşı aynı gizli utancı yaşıyorlardı. Fakat şimdi?”

Haberin Devamı

 

Demek ki, Halepliler ile Halep için “nostalji”de buluşabiliyoruz.

 

Halep’i “kaybettikten” sonra tarihine bir kez daha göz attım. 1260 yılı başında Hulagu, yani Moğollar, Antakya’nın Frenk Kralı ile işbirliğinde ve Frenk şövalyelerinin yardımıyla Halep’te taş taş üzerinde bırakmamış. 1400 yılında Timur, Haleplilerin çoğunu katletmiş, şehrin dışına 20 bin kafatasından (yanlış okumadınız) bir kule yapmış!

 

Moğollar gittikten sonra şehrin tüm Müslümanları geri dönmüşler. Arkalarından Hristiyanlar da şehirlerine geri dönmüş ama yeni bir semt inşa etmişler: “Yeni” anlamına gelen “Jdeydeh”yi. Benim Halep’in en sevdiğim, en güzel mahallesi, en eski semtlerinden biri. Şimdi kimbilir ne haldedir?

 

Halep, ta Çin’den gelen“İpek Yolu”nun uç noktası, “Akdeniz-Mezopotamya” ticaretinin merkeziydi. O yüzden, çok canlı, hep canlıydı. Türkiye, Suriye ve Irak’tan ayrılınca, Halep-Musul bağlantısı kesilince, Halep, limanı İskenderun’dan kopartılınca zaten çok yalnızlaşmış, kuytuya itilmişti.

 

Tarih gösteriyor ki, yeniden eski “canı”na ve “şanı”na kavuşabilir. Zulüm rejimini yıkıp, Türkiye-Suriye-Irak sınırlarını anlamsız kıldığımız vakit.

 

Haleplilerle, bir de “gelecek”te buluşabilmek mümkün olacak…

Yazarın Tüm Yazıları