Şehir kuyumcuları

DUVARLARDAKİ resimlere bakarken anladım.

Kızıla çalan ahşap raflar...
Yüksek tavanlara kadar uzanan binlerce kitap...
Yani insanlık tarihinin kültür atlasları.
Şehir kütüphaneleri.
İşte böyle bir atmosferde, biz sergiyi geziyoruz, o anlatıyor.
Anlatırken gözlerinin içi parlıyor.
Kalbinin sokaklarını...
Ruhundaki meydanları anlatıyor.
Şehrin en güzel yerinde, bir yıkıntıyı almış...
Müthiş bir sergi binasına çevirmiş.
Lucien Arkas...
Alsancak’ta bu bina. Bornova’da bir başka müze...
Arkas’ı dinlerken, Floransa’da Medici ailesinin bıraktığı eserleri gezerken yaşadığım o doyumsuz anları hatırladım.
Ve işte o zaman dedim ki...
“Şehirler, yollardan, meydanlardan, köprü ve binalardan ibaret değildir.
Her şehrin bir aşk tarihi vardır.
Kimi zaman şiirlerinde, kimi zaman resimlerinde, kimi zaman müziğinde serpilen gelişen bir ‘kalp tarihi’dir bu.
O kalp de şehrin nabzını tutan, kültürünü yaşayan insana aittir.”
O şehrin insanlarına...
Floransa için Medici ailesi işte böyle bir aşk tarihinin mimarıdır.
Ortaçağda saraylar tutardı şehrin estetiğini.
Burjuvaziyle birlikte damıtılmış sermaye kültürü yaşatmaya başladı şehirleri.
Mesela İzmir’de Selçuk Yaşar...
Spordan müziğe, sanattan estetiğe...
Şehrin damarlarında bir kuyumcu titizliğiyle çalışmıştır.
Barcelona’da Gauidi ya da Dali neyse...
Prag tepesinde yükselen metronomun anlattığı Mozart da öyledir.
Mesela İzmir’in kent tarihinde Yaşar Aksoy vardır.
Pasaport iskelesinde oturup şiire dalan Attilâ İlhan’ın silueti hâlâ oradadır.
Ezcacıbaşı İstanbul’un festival klasiğinin mimarıdır.
Borusan müziğin, Akbank sinemanın yerçekimidir.
O muazzam tarihinden öte, bugün yaşayan İstanbul’un yerçekimidir bu eserler...
Savrulup gitmesini önler.
Tarihin köklerine bağlar.
Anadolu’da bu iş daha çok belediyelere kalmış durumdadır.
Antalya’da, Adana’da film festivallerini belediyeler düzenler.
Şimdi bakıyorum yavaş yavaş yükselen Anadolu sermayesi de bulunduğu şehrin kültürüne, tarihine dokunmaya başlıyor.
Mesela keşke diyorum...
Urfa Göbeklitepe kazısı da o şehrin bir zengini tarafından finanse edilse.
Ya da Sümela’dan inecek bir teleferik, Karadeniz otoyolunu yapan dev firmalar tarafından bir müzeyle birlikte yapılabilse...
Olamaz mı bunlar...
Şehirlerin yaşayan kültürleri böylece serpilip gelişse.
Sineması, tiyatrosu olmayan şehirler dünyaya açılabilse.
Neden mi yazıyorum bunları...
Şunu demek için:
“Zenginlik, yalnızca parayla, banka hesabıyla ya da pahalı arabalar ve özel uçaklarla olmuyor.” Sermayenin zenginlik haline nasıl dönüştüğünü görebilmek için...
Böyle şehir kuyumcusu insanları anlamak ve alkışlamak gerekiyor.
Yazarın Tüm Yazıları