Oslo Mutabakatı: Yazık olmuş-yazıklar olsun...

CHP Sözcüsü Haluk Koç’un alayıvala ile ve Ak Parti iktidarını canevinden vuracağı boş hayaline kapılarak açıkladığı “9 Maddelik Oslo Mutabakatı”nı okuyunca, bugünkü “kanlı ortam”a daha çok kahrediyor insan.

Haberin Devamı

Bu “mutabakat” –şayet gerçekse ve uygulansa idi- Türkiye’nin bugün geldiği ve her gün ortalama 10 şehit asker ve polis, onlarca PKK’lı ölü haberine uyanmaktan bin kere, milyon kere evladır.

“Şayet gerçekse” diyorum, çünkü Genel Başkanı’nın onayıyla konuştuğu öğrenilen CHP Sözcüsü’nün anlatımı, “belge”nin gerçekliğini yeterince ortaya koymuyor. Söz konusu “mutabakat belgesi”nin “Hakem-Devlet (İngiliz??) arşivlerinde bulunduğu” iddiasının doğruluğunu da bilemiyorum.

Başbakan’ın, Haluk Koç’un”Oslo mutabakatını açıklayacağım” şantajı üzerine, “Altında imzamız var mı; göstersinler bakalım” mealindeki ilk tepkisini hatırlarsak, metnin iktidar tarafından benimsenmemiş olsa bile, böyle bir metnin varolduğu hükmüne varabiliriz. Dolayısıyla, gerçek olduğu varsayımından hareket edelim. Söylenecek şudur:

Haberin Devamı

Çok yazık olmuş. Gerçekten çok yazık olmuş.

Ama, yazık olan, Haluk Koç’un vurguladığı anlamda böyle bir “mutabakat”ın ortaya çıkması çalışmasına katılmış olan Ak Parti hükümetine “yazıklar olsun” gibi değil. Bu “mutabakat”ın hayata geçirilmemiş olmasına yazık olmuş.

Eğer, hayata geçirilseydi, son bir yıldır bu kadar can bu ülke topraklarına cansız beden olarak düşmezdi.

Tekrar, açıklanmış olan “mutabakat metni”ne dönersek, dikkatle okunduğunda bunun altına Başbakan’ın imza atabilmesi, atabileceği mantıklı gözükmüyor. Dile ve usluba bakıldığında, bunun bir taraflar arasında “Mutabakat” olmaktan ziyade, PKK tarafının “mutabakat önerisi” olması ihtimali daha güçlü.

Zaten “süreç”in niçin “çöktüğü”ne dair, tarafların farklı versiyonları var. PKK’lılar, defalarca yayın organları aracılığıyla ve kimi zaman ise BDP yetkililerinin ağzından “Hükümetin Protokolleri yerine getirmediğini” ve “Oslo süreci”nin bu yüzden çöktüğünü ve silahlı çatışmaların canlandığını öne sürdüler. İktidar ise, PKK’nın “Silvan saldırısı”yla silahlı mücadeleyi (günlük resmi dilde “terör”ü) yeniden canlandırdığını ve “süreç”i sona erdirdiğini belirtiyor ve kamuoyunun önemli bir kısmı bu “versiyon”u benimser görüntüde.

Haberin Devamı

Görünen o ki, her iki tarafta da, açıklanan “mutabakat metni”ni “ruhu”na uygun bir “irade” yeterli ölçüde oluşmamış. Benim algılamam o ki, “Oslo süreci”nin niçin çöktüğüne ilişkin her iki “versiyon” da, dolayısıyla, “gerçeği” tam olarak yansıtmıyor.

PKK’nın –en azından bir kanadının ama ağır basan kanadının- “Oslo süreci”ni bir “oyalama” olarak değerlendirdiği ve “Arap Baharı”nı kendince yorumlayarak, 2011’de Türkiye’nin Kürtlerle meskun bölgelerinde “devrimci halk savaşı” adı altında bir şiddet dalgasını başlatma hazırlıklarına giriştiği ayan beyan ortada. Bu hamlelerinde özellikle İran’dan önemli destek gördükleri spekülasyonları da yabana atılacak cinsten sayılmaz.

Haberin Devamı

Bu eğilim, Tayyip Erdoğan’ın “protokolleri kabul edip etmemesi”nin öncesinde ortadaydı, uygulamaya geçirilmeyi bekliyordu ve Abdullah Öcalan’ı dahi çiğneyerek (çiğnemiyormuş gibi yaparak) şiddet dalgasına yönelindiği ortada.

İktidar açısından bakıldığında, ortaya atılan “mutabakat metni”nin uygulanması halinde ulaşması kaçınılmaz noktaları kabul etmeye ve sindirmeye hazır olmadıkları besbelli. Gerek, 12 Haziran 2011 seçimlerinden önce Tayyip Erdoğan’ın benimsediği seçim kampanyası dili, gerek 2014 hesapları ve gerekse yüzde 50’lik bir oy desteğiyle geçilen seçimlerden sonra, “Oslo süreci”ni yaşatmaya en uygun PKK’lı isim olan Abdullah Öcalan’a devam etmekte olan katı bir tecrit uygulamasının başlatılması ve “güvenlik öncelikli” politikalara geri dönülmesi, bunun göstergeleri.

Haberin Devamı

Geldiğimiz nokta, ülkenin yürek burkan, her gün her köşesinde onlarca cenazenin toprağa verildiği ortamı ortada. İktidar, kontrolü kaçırmış görüntüde ve basmakalıp, inandırıcı olmayan açıklamalarla durumu idare ediyor. PKK’nın ise seçtiği yoldan amaçlarına ulaşması imkansıza yakın. Silahlı gücünün onda birini bir-iki ay içinde telef etti. Yerleri doldurulsa da, bu emme basma tulumba değil ki, böyle sapır sapır insan kurban ederek, nereye varabilir?

O nedenle, bir kez daha, açıklanan “mutabakat metni”ne dönelim. Giriş bölümü şöyle:

“Yaşanan çatışmalı sürecin Türkiye’de şiddet, can ve mal kaybına neden olduğu gerçeğinden ve kalıcı barış, güvenlik, uzlaşı ihtiyacından hareket eden taraflar Oslo toplantıları sürecinin devamı konusunda hem fikirdirler.

Haberin Devamı

Taraflar, demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk ilkeleri temelinde Kürt sorununun çözümünde diyalog ve müzakere yolunun esas alınması konusunda görüş birliğine ulaşmış ve bir an evvel müzakerelere başlanması gerekliliğine inanmaktadırlar.

Oslo sürecinin başlangıcından bugüne dek yürütülen çalışmalar ve atılan olumlu adımlar, Kürt sorununun siyaset zemininde ve kamuoyu nezdinde tartışılabilir hale gelmesine ciddi katkı sağlamıştır.”

Bugün geldiğimiz noktada, yukarıda değil her bir cümle, her bir sözcük, bir buçuk yıl öncesinden yani “mutabakat tarihi”nden çok daha geçerli hale gelmiştir.

“Mutabakat” metninin ilk maddesi ise özellikle değer taşıyor:

“1. Taraflar, süregelen Oslo ve İmralı süreci bağlamında, Kürt sorununun çözümü konusundaki kararlılıklarını koruduklarını bir kez daha beyan etmişlerdir.

2. Taraflar, bu güne kadar Oslo ve İmralı süreçlerinde vurgulanan Kürt sorununun kalıcı çözümüne yönelik temasların sürdürülmesi ve yürütülecek çalışmaların Anayasal ve yasal çerçevede sonuçlandırılmasının esas alınması gerekliliği konusunda varılan mutabakatları teyid ederler.”

CHP’nin böyle bir “metin” eline geçtiği vakit, yapacağı iki şey vardı:

1.    Hükümete, bu “süreç”te “herşeye rağmen” –evet, herşeye rağmen- niçin ısrar etmediği ve sürecin devamında direnmediğini sorarak, eleştiri bombardımanına tutmak;

2.    Kendisinin bu “süreç”i yeni şartlarda ve yeni bir formatta canlandırılması için neler yapabileceğini düşünmek ve sorumluluk almak.

Bunların yerine, vaktiyle doğru bir yönelişe girmiş olduğu için hükümeti “töhmet altına” sokmaya çalışmak oldu. Tam anlamıyla “şaşkın ördek suya kıçından dalar” hali.

Bunun gerekçesi –dünkü Radikal’de Eyüp Can ve Koray Çalışkan’ın yazı ve haberlerinde geniş biçimde yer aldı- Ak Parti’nin kendisini suçlamalarına cevapmış. Bu tür bir polemiği liselerde münazara kolunda yapanlara sınıf çaktırırlar.

Tayyip Erdoğan’a “yazıklar olsun” dedirtmek amacıyla açıkladığı metin, okunduğunda “yazık olmuş” ve bunu böyle açıklamış olduğu için CHP’ye “yazıklar olsun” dedirtti.

 

 “Oslo süreci”, Tayyip Erdoğan’ı vurmak amacıyla internete düşürülmüştü, tam tersi sonuç yaptı. Haluk Koç’un aynı niyetle açıkladığı “mutabakat metni”nin de benzer bir sonuç üreteceği konusunda umutlanalım bari.

 

Yazarın Tüm Yazıları