Tam yazacaktım ki... Kendi sözüme öfkelendim

UYKU yok. Gece kulaklarımda paslı bir vida gibi gıcırdıyor.

Haberin Devamı

Gözlerimi kapatsam bir babanın haykırışı geliyor içimden.
Rüya yok.
Açsam, karanlıklar içinde acıyla kavrulmuş yüzler dikiliyor.
Terli bir çığlık var üzerimde.
Daha fazla yatamadım.
Sabaha karşı kalktım...
Tivibu’da öylesine film bakıyorum.
Gün ağaracak.
Ezanlar az önce bitmiş.
Garip ve ağır bir iklim var üzerimde.
Bütün gece DHA’dan video izlemiştim.
Yozgat’ta iki elini havaya kaldırmış bir babanın...
Oğlunun arkasından “Bu vatana helal olsun” dedikten sonra...
Sendeleyip nasıl yıkıldığını görmüştüm.
Sendelemiştim. Yıkılmıştım.
Çaresiz subayların Balıkesir’de bir şehit babasının elini sırayla nasıl öptüğünü görmüştüm.
Hatay’da genç bir kadın...
Kocasının tabutunu bir türlü bırakamıyordu.
Bir başka kardeşim...
Askerliğini yaptıktan sonra bir yıl işsiz kalınca, çaresiz uzman çavuş olmuştu.
İşsizdi ve işsizlikten kimseyi gasp etmemişti.
Parasızdı. Evlenecekti. Babasının yüzüne bakamıyordu.
Başı hep önünde ve içi kan ağlıyordu. Ama hırsızlık yapmamıştı.
Dolandırmamıştı. İsyan edip babasının çobanlık yaptığı dağlara çıkmamıştı.
Çaresizlikten ve işsizlikten gitti devlete...
Bir yıl boyunca İşsiz İsmail’di...
Sınava girip kazanınca...
Uzman çavuş İsmail Zengin oldu.
Şimdi tabutuna sarılı bir bayrakla gidiyor.
İçim bulandı. Dışarı baktım. Bütün bir şehir uyuyor.
Kim bilir hangi dağın karakolunda gencecik bir çocuk...
Eli tetikte uykusuzluğuna hayal karıştırıyor.
Yüreğim sıkıştı.
25 yıldır gazeteciyim.
25 yıldır kan görüyorum.
Sanki 250 yıldır bu işi yapıyorum.
Kaç hükümet, kaç başbakan, kaç cumhurbaşkanı, kaç milli güvenlik kurulu, kaç Genelkurmay başkanı, kaç manşet, kaç öfke, kaç hamaset dolu köşe yazısı, kaç tören gördüm.
Bu çaresizlik tarihi karşısında...
İçim karardı.
Ve dün baktım...
Haber şöyle geliyor:
- İzmit’te kınalı kuzular törenle askere uğurlandı. Belediye başkanı, kaymakam, gaziler ve öteki ilgililer törende hazır bulundu. Marşlar söylendi. Belediye başkanı bir konuşma yaptı: “Hiçbir millet böyle askere uğurlamaz”.
Övündüğümüz şeye bakın.
Nasıl oluyor bu?
Savaşa gider gibi mi?
Kaç yıldır gönderiyoruz böyle.
Farkında mıyız, nereye sürüklendiğimizin.
İzmit’te bayrağa sarılı gencecik çocuklar...
Marşlarla askere uğurlanıyor.
Yozgat’ta bayrağa sarılı tabutlar...
Gözyaşıyla toprağa veriliyor.
Farkında mıyız?
30 yıldır nasıl bir “kan çanağının ortası”ndayız.
Söz bitiyor, konuşma kesiliyor.
Tahrik galip geliyor.
İsimler, şehirler, aileler, ırklar, soylar değil...
Gönüller kopuyor.
Farkında mıyız?
Petrolle kanın birbirine karıştığı bu coğrafyada önce sınırlar yok oluyor.
Tampon bölge, uçuşa yasak bölge, Kuzey Irak filan derken...
Şimdi 800 kilometrelik sınır, bir “karadelik” gibi...
Suriye’den üzerimize doğru açılıyor.
O ağır ve kanlı çark yavaş yavaş dönüyor.
Ve yazdıkça içim kararıyor..
Sabaha karşı rastgele bir film seçtim.
“Nefes”!
Bir karakolda o çocukların toprağa düşüşlerini izledim...
Nefesim kesildi uykusuz...
Günlerdir akan kan bende uyku bırakmadı.
Hepimizin başı sağ olsun. Allah rahmet eylesin.
NOT: Yazıya “Aman öfkeye kapılmayın” diye başlayacaktım ki.
Durdum, sonra kendi sözüme kendim öfkelendim... Yazamadım.

Yazarın Tüm Yazıları