O sanki egzotik ülkelerden gelmiş, renkli bir kuş gibi, sesi başka, duruşu başka, pençesi başka bir

Bu hafta işim zor diye düşünüyordum. İki nedenle. Ev anneannemin deyişiyle ‘kalk gidelim’ halinde.

Yerde kitaplar, hurçlara doldurulmaya çalışılan kışlıklar, yirmi yıldır atılması gerektiği halde bir türlü kıyılıp atılamamış yığınla eşya. Hepsi sağa sola saçılmış yerleştirilmeyi bekliyor. Gelen gidenin haddi hesabı yok. Kapıdan giren bacadan çıkıyor. Gerçekten de bacadan çıkıyor, çünkü çatı aktarılıyor. Bu hengame içinde ne zaman giyineceğim, ne zaman Barış’la buluşup yemeğe gideceğim? Üstelik evdeki işler bitene kadar çile çekmeye karar vermişim: İçmeyecek, yemeyecek, erken yatıp erken kalkacak, yürüyüşe çıkmak yerine işçilerin başında duracak ve son çivi çakıldıktan, son boya vurulduktan sonra hafiflemiş olarak ‘yaza merhaba’ diyeceğim. Ama haftada bir de olsa arkadaşlarımla buluşmam gerek. İş iştir, savsaklamaya gelmez.

Hayatta en çok -Tansu dışında- masada oturup diyet kola içen, yağsız salata siparişi verenlere içerledim. Çile dediğin gizli çekilir. Çilekeşin yeri evidir. Ortalığa çıkmaz, karşındakilerin tadını kaçırmaz, mağarana girer, zamanın dolmasını beklersin.

Ama Barış’ı da görmek gerek. Birlikte öğle yemeği yemektense iki hafta önce açılışını yaptığı yeni dükkanına uğrasam, ne var ne yok baksam, Kutup fotoğraflarımızı çekse, erken saatte eve dönüp yazımı bitirsem olmaz mı? Olur.

Sayfanın üst köşesinde Gusto yazdığına, Gusto da bir tür hayatın incelikleri demek olduğuna göre pekala olur. Hem belki de bundan böyle yer kısıtlaması olmaksızın yazacağım için yelpazeyi genişletebilirim. O zaman Komet’le lüfere çıkmak da, Üsküdar Bit Pazarı’nda dolaşmak da mümkün.

Zaten tebdil-i- mekanda da ferahlık vardır. Bu kararı uygulamak için beklemeye gerek yok dedim, hemen Barış’ı arayıp yemek işinden vazgeçtiğimi, saat beş gibi HATİ’ye uğrayacağımı söyledim.

LİMON’DAN SONRA HİNT FURYASI

Barış, otuz yıl tekstil işiyle uğraştıktan, çok emek verdiği ve Türkiye’de marka haline getirdiği Limon’u devrettikten sonra evde oturmaktan sıkılmış, araştırmış soruşturmuş en yakın arkadaşlarına bile söylemeden Hindistan’ın yolunu tutmuştu. O yıllarda İstanbul nedense bir Hint furyasına tutulmuş, neredeyse her köşe başında Hindistan’dan getirilen malların satıldığı büyüklü küçüklü dükkanlar açılmıştı. Kumaşlar dolaplar, sehpalar, yataklar hatta Kama Sutra salıncakları sıra sıra dizilmiş alıcıları bekliyordu.

Barış Hint seferinden gerçekten de bu işi bilenlerin ‘süzme’ dediği mallarla döndü ve gene o yılların gözde semtlerinden Çukurcuma’da Hati’yi açtı. Bilenler bilir, Hati diğer dükkanlara benzemeyen bir dükkandı. Orada aradığınızı değil aramadığınızı bulur, alırdınız.

Sonra gene başa gelenler yüzünden -ki bu başa gelenler sözünün mecazi hiçbir anlamı yoktur, gelenler Barış’ın ve yakınlarının gerçekten de başına gelir- orayı da kapatmış, bu kez çalışmayıp hayatın tadını çıkartmaya azimli, ikinci kez kendini emekli etmişti.

İki hafta önce eve bir davetiye geldi. Bir açılış davetiyesi. Üstünde kocaman harflerle Hati yazan ve benim kapandığı için gerçekten üzüldüğüm dükkanın yeni adresinde ikinci kez açılacağını duyuran bir davetiye.

İçimden Barış gene sıkılmış Hindistan yollarına düşmüş olmalı diye geçirdim ama fırsatını bulup açılışa gidemedim.

Hem yanılmış hem yanılmamışım.

ÖNCE HOŞ, SONRA BOŞ GİDEREK NAHOŞ

Sıkıldığı doğru. İşi olmayan erkeğin işi bitik diyor da başka bir şey demiyor. Sabah kalktığında insanın yapacak bir şeyi olmamasının önce hoş, sonra boş giderek nahoş olduğunu söylüyor. Anlattığına bakılırsa ne uzak diyarlara yapılan yolculuklar, ne uzun süredir görüşülmeyen arkadaşlarla felekten çalınan bir gece, ne de tekneye atlayıp bilinmeyen denizlere açılmak ona yetmiş. Hiçbiri içindeki sıkıntıyı gidermemiş. İş hayatına dönmeye ve Hati’yi yeniden açmaya karar vermiş. Bunda yanılmamışım.

Yanıldığım; Hindistan yollarına düşmemiş olması. Bu kez dünyayı turlamış. Gitmediği ülke, gezmediği yer kalmamış gene güzel, gene nadide, gene süzme parçalar toplamış. Yanlarına da burada yaptırttığı malları koymuş. Fulya’ya gelip Otim’in önünden sağa saparak yolunuza devam ediyor Pazar Sokak’taki Bareli İş Hanı’nın ilk katında yaklaşık altı yüz metrekarelik kocaman bir dükkana giriyorsunuz. Bana sorarsanız orası, Barış’ın dünyası.

Yazının başından beri bir Barış’tır gidiyor. Barış dediğim Barış Küce. Eski basketçi, eski tekstilci, sevenleri için tarife gelmeyen, sevmeyenleri için ne yapacağı kestirilmez biri.

Ankara’nın, ünlü Kolej takımında oynardı. Uzun siyah saçlarını savura savura sahaya çıktığında önce bir sessizlik olur, ardından kadınlar korosunun maç boyu sürecek tezahüratı başlardı. Ondan daha yakışıklı oyuncular yok muydu? Ondan daha iyi oyuncular? Herhalde vardı. Ama bir ikisi hariç hiçbiri onun kadar tezahürata yol açmazdı.

Sadece Kolej’de ve milli takımda oynadığı, çok popüler olduğu yıllardan söz etmiyorum. Barış bugün de eski Barış. Onda az insanda rastlanan bir özellik vardır. Çok kişi bu özelliğe şeytan tüyü diyebilir. Bana da soracak olursanız bir tür şeytan tüyü. Ama ben onun ‘duende’si var demeyi yeğlerim. Duende ne demek diye soracak olursanız size anlatamam. Duende’nin başka hiçbir dilde bir karşılığı yok çünkü. İspanyollar kimselere benzemeyen ama herkesi fetheden insanların ‘duende’si olduğunu söylerler. İşte Barış’ta da o tarifi olmayan şey var.

Ankara’dan sonra sıra İstanbul’a geldi. O yıllarda pek de rastlanmayan bir biçimde şimdi hatırlamadığım başka bir takıma transfer oldu. İstanbul onu iş dünyasıyla tanıştırdı. Aklına koymuştu, kıraç Ankara’ya renk getirecekti. Önce Tiffany&Tomato’yu sonra da Limon’u açtı. Genç insanlar için genç giyim markaları yarattı.

Sonra karanlık zamanlar. Tekstil işini bırakması, başıboş dolaşması o günlere rastlar. Sonra da dediğim gibi Hati dönemi.

Yazdıklarımı okuyunca Barış’ı zerre kadar anlatamamış olduğumu görüyorum. Bütün bu yazılanlardan zamanında popüler bir basketçi olan, kızların kalbine taht kuran, önce tekstil, arada mola, şimdilerde de mobilya işine dalmış başarılı bir adam portresi çıkıyor.

Oysa değil. Barış bu kadar değil.

Nasıl demeli?

O sanki egzotik ülkelerden gelmiş, renkli bir kuş gibi. Sesi başka, duruşu başka, pençesi başka bir kuş.

Kafeste duramayan.

Uçarsa konamayan.

Dönüp dolaşıp aynı dallara konan bir kuş.


HATİ: Pazar Sokak 2-4, Bareli İş Hanı. Dikilitaş-Beşiktaş.

Tel: 0212 266 68 01-02-03
Yazarın Tüm Yazıları