Halep’te katliamı önlemeye hazır mısınız?

Bir beş ay kadar önce The New Republic dergisinde Fouad Ajami imzasıyla yayımlanmış, “The Honor of Aleppo” (Halep’in Onuru) başlıklı bir uzun bir yazı okumuştum. Yazı, 1964 Halep doğumlu romancı Halid Halife’nin Halep üzerinden yakın dönem Suriye tarihini anlattığı bir romanıyla ilgili olsa da, aslında “Suriye ayaklanması” üzerine bir değerlendirmeydi.

Haberin Devamı

Bundan beş ay önce Şam ve Halep, devreye girmemişti. Zaten, Suriye’nin bu iki büyük merkezinin “devreye” girmesi demek, rejimin sonu demek olacaktı.

Fouad Ajami’nin uzun yazısı, “Herhalde Halep en sonunda bu isyanın güzel müjdelerini verecektir” cümlesiyle başlayan bir paragrafla noktalanıyordu. Ve, o son paragraf şöyle devam ediyordu: “Halep kırsalı yöneticilerin kontrolünden çıkmış durumdadır. Rejim, Halep’i çatışmanın dışında tutmak için elinden geleni yaptı. Demografik ağırlığı ve iş adamları sınıfının derin cepleri ile Halep, Esad ve adamları için büyük kaygı konusuydu. O nedenle, bu şehre özel olarak demir yumruk uyguladılar. Ne var ki, böyle bir hal daima kırılgandır. Uygulamanın başarıya ulaşması, yeterli mali kaynakları olan kendinden emin bir rejimi, ve kaba kuvveti ve de boyun eğmiş bir nüfusu gerektirir. Bu ayaklanmayı Halep başlatmadı, ama ülkenin ağırbaşlılığı ve aklıseliminin başkenti olan bu şehir için, (isyanın) uzun zamandır hakettiği zaferini açıklaması harika olur.”

Haberin Devamı

Ajami’nin keskin gözleminden hareket edersek, Başşar rejimi sarsılınca ve kendine güvenini kaybetmeye başlayınca ve tıpkı ülkenin diğer birçok kentinde ve kasabasında olduğu gibi, en kalabalık kent Halep de “korku duvarı”nı yıkınca; yani “halk boyun eğmiş bir nüfus” olmaktan çıkınca, şehir ayağa kalktı.

Halep, bu anlamda, belki de “rejimin sonunun geldiğini” ilan etti. Belki de “bu isyanın güzel müjdeleri”ni veriyor.

Daha iki hafta önce, Şam’ın merkezinde kendini korumaya çalışan rejim, şimdi ülkenin en büyük şehrine boyun eğdirmek için, kuşatmış, karadan top ve tanklarla, havadan savaş uçakları ve helikopterlerle ölüm yağdırıyor.

Rejimin Halep’i elinde tutmasının ihtimali elbette var. Ama, bu “katliam” demek. Üstelik, bağıra çağıra “geliyorum” diyen bir katliam Halep’in yüzyüze olduğu. Gerek Amerikalılar, gerek Avrupalı yetkililer ve bizim Başbakan, Tayyip Erdoğan bu “endişeleri”ni günler öncesinden dile getirdiler.

Önlenemez mi?

Önlenebilir. Önleme kararlılığı olursa, önlenebilir. Bunun için, yabancı orduların gelip Suriye’yi işgali gerekmiyor. Halep semalarını “uçuşa yasak bölge” ilan etmek, rejimin ölüm makinalarına hava harekatı düzenlemek mümkün.

Haberin Devamı

Bununla birlikte “dünya” bunu yapmıyor, yapmayacak diye Türkiye’de yaygınlaştırılacak “anti-Batı” retorik ile de kimse vicdan rahatlatmaya kalkışmasın. Türkiye’nin karar vericilerinde Halep’in imdadına koşacak yürek var mı?

Bundan aylar önce, Suriye’de “olaylar” başladığında ve Türkiye, rejime karşı tavır aldığında, bizim kamuoyunu “Eyvah, savaşa mı gireceğiz?” sorusu işgal etmeye başladığında, en üst düzeydeki devlet yetkililerinden birine, “Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahale ihtimali”ni sormuştum. “İki durumda mümkün olabilir” cevabını vermişti:

1. Göç dalgası tahammül edilemeyecek boyutlara ulaşırsa; onbinler değil, yüzbinlerle ifade edilecek duruma gelirse
2. Katliamlar gerçekleşirse, örneğin Halep, böyle bir durumla karşı karşıya kalırsa.

Haberin Devamı

Halep’te bu “ihtimal”le karşı karşıya geldi işte. Başbakan Tayyip Erdoğan, “endişe” belirtiyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, BM Genel Sekreteri Ban ki-Moon ile telefon konuşması yapıyor. Oysa, Başbakan, ta Mayıs 2011’de “Bu bölgede bir kez daha Hama’lara, Halepçe’lere izin vermeyeceğiz” diye kükrüyordu.

O günden bugüne, şimdi Halep, 1982 Hama’sından da beter bir katliam ile yüz yüze ama Türkiye’nin “ciddi askeri müdahale tehdidi” sadece kendilerinden gaspedilen haklarını kullanmaya başlayan Suriye Kürtleri için söz konusu oldu.

 Mağduriyetten gelip Ankara’yı teslim almak yerine, giderek Ankara’ya teslim olan bir rejim, “yeni Suriye”ye inanmazsa, Suriye’nin “çok renkliliği”ne tahammül edemezse, Halep için de kılını kıpırdatamaz.

Haberin Devamı

“Geleceğin Suriye”sinin göstergelerinden biri, Suriye’nin “çok renklilik” ölçülerinden bir tanesi, Kürtlerin bugüne kadar sahip olmadıkları “statü”ye sahip olmalarıdır. Türkiye olarak, bundan, kendinize bir “terör tehdidi” üretir, böyle bir algılamaya kapılırsanız, Halep için bir şey yapamazsınız.

Çünkü Halep, “tekçi” anlayışın tam zıddı bir şehirdir. T.E. Lawrence, geçen yüzyılda onun için, “Halep, Suriye’nin büyük bir şehridir; ama ne onundur, ne Anadolu’nun, ne Mezopotamya’nın. Orada, Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm ırkları, inançları ve dilleri karşılaşmış ve birbirlerini bir uzlaşma ruhu içinde tanımışlardır” diye yazmıştı.

Halep, her vakit rakibi Şam ile karşılaştırılmıştı. Bir başka seyyah Robin Fedden, şöyle çarpıcı bir değerlendirmede bulunmuştu:

Haberin Devamı

“Şam, Arap’ın şehridir. Halep, tüccarın. Tüccarlar ciddi adamlardır ve hep karar vermeleri gereken acil konuları vardır. Halep, dolayısıyla, Şam’ın afacan, sorumsuz coşkusundan yoksundur. Orada daha az siyaset, daha az fanatizm bulunur; kuşkusuz daha az şenlik…”

Halep “özel”dir. Halep Kalesi kadar görkemli bir kale dünyada yoktur. Halep çarşısı kadar canlı ve bozulmamış bir Şark köşesi de eşsiz sayılır. Halepliler de özeldir. Arapça “Halebi çelebi” diye bir deyim vardır; Haleplilerin centilmen, asil tavırlı olduğunu anlatmak için. Halep, oturaklı bir yerdir. Çok da güzel bir şehir, bir mimari estetik harikasıdır.

Şam ve Halep, “zihniyet” ve “coğrafi aidiyet” olarak da birbirlerinden ayrılırlar. Şam, Osmanlı yüzyılları boyunca Hacc’ın önemli bir kavşağı idi ve yüzünü güneydoğusuna Hicaz’a ve batısındaki limanı Beyrut’a çevirmişti. Halep’in dünyası ise kuzeyindeki Anadolu ve güneybatısı, yani Irak’ın Musul’a doğru olan alanı idi. Limanı ise İskenderun idi. Kaderi “Hatay”dan ayrılamazdı. Siyaset ve din bakımından üstünlük Şam’da, ticaret bakımından Halep’te idi.

Geçen yüzyılın sonlarında, “Arap milliyetçiliği”nin bayrağını Şam taşıdı. Halep’in “Arap milliyetçiliği” ile hiç işi olmadı. Halep’in yüzü yakınındaki Anadolu’ya dönüktü. Şehrin kendisi  milletler, dinler ve diller mozayiği, “hinterlandı” ise Kürt’tü.

Türkiye’nin koruması ve kurtarması gereken, ama bugünkü kafa yapısı ve siyaseti ile bunu yapamayacağı yer böyle bir yerdir. Halep!

 

Yazarın Tüm Yazıları