Ortadoğu’nun yeni sahibi biz miyiz?

DIŞİŞLERİ Bakanı Prof. Ahmed Davutoğlu’nun geçen perşembe günü TBMM’nin Suriye’deki gelişmeleri konu alan oturumunda yaptığı konuşma, bugüne kadarki dış siyaset açıklamaları içinde herhalde en çok iz bırakacak, atıf yapılacak referans metinlerden biridir.

Bunun en önemli nedeni, Davutoğlu’nun bu konuşmasında, Ortadoğu’nun “sahibi olmaktan” söz etmiş olmasıdır. Yanlış hatırlamıyorsak, bir Türk Dışişleri Bakanı ilk kez “sahiplik” gibi bir kavramla yaklaşıyor Ortadoğu’ya.
DIŞ SİYASETTE TUTARLI KALABİLMEK
Bu kavramı değerlendirmeden önce konuşmanın ana akışına bir göz atalım. Davutoğlu, konuşmasının önemli bir bölümünde Suriye politikasının haklılığını anlatmaya çalışıyor, bunu hükümetin Arap Baharı dinamikleri karşısında izlediği tutumun parametreleri içinde gerekçelendirmeye çalışıyor.
Dışişleri Bakanı’nın bu politikanın birinci boyutunu “insanlık vicdanı ve evrensel değerler ile ulusal çıkarlar arasında optimal bir dengeye” dayandırması kayda değer bir duruştur. Bakan, daha sonra dengeyi de bir tarafa bırakıp, vicdan ve evrensel değerleri ulusal çıkarların ayrılmaz bir parçası, hatta “güçlendiricisi” olarak tanımlıyor. “Bu değerleri ne kadar savunursak, ulusal çıkarımızı da o kadar maksimize ederiz” diyor Davutoğlu.
Kuşkusuz, bir ülkenin dış politikasında -kâğıt üstünde bile olsa- ahlaki boyutun birinci sırada belirleyicilik taşıması, takdir edilmesi gereken bir haslettir. Ancak reel politik, ülkeleri sıkça bu değerlerin, ideallerin uzağına sürükleyebilmekte, ciddi çifte standart sorunları ortaya çıkabilmektedir.
Suriye söz konusu olduğunda vicdani değerleri -haklı olarak- bu kadar kuvvetle vurgulayan AK Parti hükümetinin, Sudan’da işlenen insanlık suçları karşısında bu değerleri hatırlamaması nasıl izah edilecektir? Keza İran’da 2009’da şaibeli bir seçimden sonra, protestocuları acımasız yöntemlerle bastırıp yeniden Devlet Başkanlığı koltuğuna oturan Mahmud Ahmedinejad’ı ilk kutlayan ülke olma sicili, Türkiye’nin dış politikasının iftihar sayfasında yer alabilir mi?
GELECEK ARKAİK REJİMLERDE DEĞİL
Bu gibi çelişkilerin uzun bir listesi yapılabilir. Ama Davutoğlu’nun konuşması bundan sonrası için bir doğrultu tutarlılığı içinde davranma kararlılığını ifade ediyorsa bu taahhüdden mutluluk duymalıyız.
Hemen bu noktada konuşmanın aynı temayla örtüşen bir başka bölümüne geçelim. Konuşmada Davutoğlu’nun önemli bir başka vurgusu, “Bir yıldır yaşananlar bu coğrafyada yönetenler ile halklar arasındaki ilişkinin ancak ve ancak meşruiyet zemininde yürüyebileceğini göstermiş olmasıdır” deyip, “meşruiyet”i doğrudan “halkın iradesi” olarak tanımlamasıdır.
Dışişleri Bakanı, ardından ekliyor: “Gelecek, arkaik rejimlerde değil, halkların iradesindedir...”
Çok güzel sözler bunlar. Gerçekten de bugün Ortadoğu’da Davutoğlu’nun dediği gibi “arkaik”, yani dönemini kapatmış, çağın gerisinde kalmış rejimler vardır. Bütün mesele, hükümetin reel politiğin bir gereği olarak Ortadoğu’da, özellikle de Arap yarımadasında çok sayıda rastlanan bu arkaik rejimlerle çok iyi ilişkiler içinde olmasıdır.
Suriye’dekine benzer değişim talepleri bu ülkelerde filizlendiğinde, Suriye ve Mısır karşısında sergilenen kararlı yüksek sesli çıkışlar tekrarlanabilecek midir?
Örneğin, Bahreyn’de Şii muhalefetin talepleri rejim tarafından bastırılırken Ankara cephesinde aynı çizgiyi görebildik mi?
BÜYÜK DEVLETE YAKIŞAN
Asıl üzerinde durmak istediğimiz konu, Davutoğlu’nun “Yeni bir Ortadoğu kuruluyor. Bu yeni Ortadoğu’nun sahibi, öncüsü, hizmetkârı olmaya devam edeceğiz” sözleridir.
Buradaki başvurulan “sahiplik” kavramı, her türlü yanlış anlamaya müsaittir.
Bakan’ın bu sözleri, geçen hafta partisinin Sivas il kongresinde sarf ettiği “Bu milletin yeniden bir cihan devleti kurmasına kimse engel olmaz” şeklindeki konuşmasıyla birleştiğinde, kendisine “Yeni Osmanlıcılık” emelleri atfetme eğilimleri daha çok taraftar bulabilir.
Bir dışişleri bakanının büyük iddialara sahip olması, içinde geleceğe dönük heyecanlar yaşatması iyi bir şeydir. Türkiye’nin dış politikasının dümeninde duran bir bakanının kendisini mütevazı hedeflerle sınırlamaması yerindedir.
Gelgelelim bu tür iddialar taşımak, hiçbir zaman gerçekçiliğin, ayrıca dış politika bakışına ve diline hâkim olması gereken itidal ve sağduyunun pahasına olmamalıdır. Ayrıca, büyük devletlerden “ben büyüğüm” demenin mahzurlarını görecek bir tevazuya sahip olmaları da beklenir.
Yazarın Tüm Yazıları