Geleceğin tarihi geçmişten başlar

DİYARBAKIR’da 22 Nisan Pazar günü İstasyon Meydanında bir Arabize “Kutlu Doğum Haftası” şenliği gerçekleşti. Yüz binler katıldı. Ertesi gün yine Diyarbakır’da, Atatürk Stadyumunda “23 Nisan” kutlamaları yapıldı. Yüzlerce kişi öğrencilerin gösterilerini izledi.

MECLİS-İ MEBUSANIN MİLLET MECLİSİ’NE DÖNÜŞMESİ
Avrupa’nın Hasta Adamı (Sick man of Europe) denen Osmanlı Devleti’nin “Büyük Devletler” tarafından tasfiyesi 1. Dünya Harbi sonunda bitti. Atatürk ve arkadaşları, çok milletli Osmanlı toplumun esas unsuru “Müslüman” milletinin içinde hâlâ bir “bağımsızlık iradesi” olduğuna inanıyordu. Buna dayanarak “tek milletli” yeni bir devlet kurmak amacıyla bir istiklâl harbi başlatma kararı aldılar. İstanbul’da faaliyetini sürdüren Meclis-i Mebusan içinde kendine bağlı “Felah-ı Vatan” isimli bir hizip oluşturdular. Bu hizip vasıtasıyla 28 Ocak 1920’de bu meclisin “Misak-ı Milli”yi yani “Bağımsızlık Bildirgesi”ni kabul etmesini sağladılar. Olayları izleyen galip devletler, İstanbul’u işgal ettikten 2 gün sonra 18 Mart 1920’de meclisi kapattılar. Atatürk, derhal bu mebusları Ankara’ya çağırdı. 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Millet Meclisi esas olarak budur. Bu meclisin birinci vazifesi, Atatürk’ün başkumandanlık yetkisini, işgal altında yaşayan Padişah’tan değil, milletten aldığını ilan etmekti. Onun için “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” dendi.
T.C., HERHANGİ BİR CUMHURİYET DEĞİLDİR
İstiklal Harbini kazanan Atatürk, İstanbul işgalden kurtulmuş olsa bile hâkimiyeti Padişah’a devretmek istemiyordu. Bunun için yeni bir rejime ihtiyaç vardı. Bu da, kuşku yok ki, yetkisini, millettin seçtiği meclisten alacak “Cumhuriyet” olacaktı. Ancak Atatürk bu Cumhuriyeti, sadece bir yönetim şekli olarak görmüyordu. Bu cumhuriyetin kendi değerleri ve üç taşıyıcı kolonu olacaktı: 1. “Hayatta en hakili mürşit ilimdir” özdeyişinde somutlaşan lâiklik, 2. “Ne mutlu Türküm diyene” ibaresinde tanımlanan tek ulusluluk ve 3. “Ya istiklal, ya ölüm” ifadesiyle ete kemiğe bürünen bağımsızlık umdesiydi.
CUMHURİYET KİME EMANETTİR
Atatürk, kurduğu “cumhuriyetin” demokrasi ile yönetilmesini istiyordu. Siyasete karışmasının orduyu böleceğini görüyordu. Ordunun bölünmesi ise bir kâbustu. Lâkin demokrasinin, onun kurduğu “cumhuriyeti” yaşatacağından da kuşkuluydu. Bir açmaz içindeydi. Çözüm olarak cumhuriyet değerlerinin “ordu ve gençlik” tarafından korunmasını, ama ülke yönetiminin seçilmişler bırakılmasını uygun görüldü. Adeta bir “Uçan Fil Dumbo” tasarlamıştı. Hem “Cumhuriyet” yaşayacak hem de demokrasi işleyecekti. Ancak fil bir türlü uçamadı.
MİLLİ GÜVENLİK KURULU
Türkiye’de darbe gerekçelerinin ortak paydası budur. 12 Eylül darbesinin özel gerekçesi ise komünizmi ve onun karşına toplumsal bir refleksle çıkan milis güçlerini tasfiye etmekti. 12 Eylül “darbeleri bitiren son darbe”
olma iddiasıyla, Milli Güvenlik Kurulu adında bir anayasal kurum yarattı. Bu kurulun amacı, Ordu’nun, emir konuta zinciri içinde kalıp, cumhuriyet değerlerini koruma görevini “cuntasız-darbesiz” yerine getirmesini sağlamaktı. Darbe olmaması amacı gerçekleşti. Ancak “Uçan Fil Dumbo” bu arada maalesef vefat etti.
Son Söz: Siyasi mukavele, toplumsal sözleşmeye aykırı olamaz.
Yazarın Tüm Yazıları