Tutun beni, büyümek istemiyorum

HATIRLAYACAKSINIZ 2008’de Amerika’da bir finansal kriz ortaya çıkmış ve oradan özellikle Avrupa’ya ve de bize bulaşmıştı.

Bu, kapitalizmin “sistemik” arızalarından biriydi. Sistemik, sistemin işleyiş mantığı gereği “kendiliğinden olan bir şey” demektir. Yaşanan bu kabil finansal krizler “saadet zinciri” kopmalarıdır. Saadet zinciri “herkesin, birbirinin yaptığını yaparak, havadan para kazanması” demektir. Mesela herkes, bankadan faizle 150 bin lira borç alıp, gayrimenkule yatırıyor ve iki yıl sonra satın aldığı gayrimenkulü 300 bin liraya, elini öpene satıp, banka borcunu faizi ile birlikte ödedikten sonra 120 bin kâr edebiliyorsa bu bir saadet zinciridir. Saadet zincirleri eşyanın tabiatı icabı kopmaya mahkûmdur. İktisatçılar bunlara “varlık fiyatları balonu oluşması ve balonun patlaması” derler.
AMERİKADA BALON PATLADI, TÜRK EKONOMİSİ KÜÇÜLDÜ
Küreselleşme, esasen her şeyin her şeyi etkilediği ekonomide “hastalık bulaşması” süresini kısaltmıştır. Kriz bize bulaşınca, hızla artmakta olan milli gelirimiz, 2008’de % 0,7 artarak adeta duraklamıştı. 2009 yılında ise % 4,8 küçüldü. Bu olay üzerine hükümet “bundan sonra yavaş ama emin büyüme” dönemine girilmesine karar verdi. Lakin ekonomik büyüme dizginlenemedi ve milli gelir 2010’da % 9,2 büyüdü. Hükümet tekrar dizginlere asıldı ve büyümenin 2011’de % 4,5’ta tutulmasını planladı. Yine istenilen olmadı ve geçen yıl büyüme % 8,5 oldu. Ancak bu arada en önemli “Mali istikrarsızlık” göstergesi olan “Cari Açık/GSYH” oranı % 10’a çıktı. Türkiye, bu metrikte dünya birinci oldu. Bunu gören hükümet “bu işin tadı kaçtı, başımıza bela gelmeden, biz bu büyüme hızını zorla düşürelim” kararı aldı.
DÜŞÜŞ SERT DEĞİL YUMUŞAK OLSUN
Bu amaçla milli gelirin 2012 yılında % 4 artması ve cari açık oranının % 7 ile sınırlanması kararı alındı. Türk ekonomisin işleyiş prensibi “para içeri-ekonomi yukarı” veya “para dışarı-ekonomi aşağı”dır. Yani dışarıdan para gelmezse, TL değer kaybetmekte, ihracat artarken ithalat azalmakta ve büyüme yavaşlamakta, cari açık azalmakta ama “enflasyon” yükselmektedir. Hükümet, hem siyasi hem de iktisadi gerekçelerle böyle bir tablo istememektedir. Bu kısıtlarla dizayn edilen para politikası “devalüasyon-enflasyon” sarmalına paçayı kaptırmadan cari açığı düşürmeyi hedeflemektedir. Bu amaçla, kredi genişlemesini durdurup iç talebi kısmaya çalışılmaktadır. Ancak “sıcak para” geldikçe iç talep daralmaz.
FAİZ, ŞU MEÇHUL
Merkez Bankası bir süredir “faiz koridoru” diye bir teknik kullanıyor. Maksadı, mevduat faizini arttırmadan kredi faizini yükselterek kredi genişlemesini durdurmaktır. Ekonomiye “bankacılık” penceresinden bakanlar bundan mutlu değiller. Çok önemliymiş gibi sürekli faiz konuşuyorlar. Hâlbuki faiz, o kadar da önemli değildir. Daha doğrusu faiz, ekonomiye kötülük etmek isteniyorsa son derece etkilidir. Ancak ekonominin hastalıklarını iyileştirme bakımından ele alınıyorsa etkisi çok kısıtlı bir ilaçtır. Üstelik üzerinde bu kadar dil dökülen faiz “nominal/görünen” faizdir. Hâlbuki reel ekonomiye yön vermesi ve bütçe açıklarının “doğru” olarak hesaplanması bakımından kullanılması gereken reel faizdir. Reel faiz ise ancak enflasyon belli olunca “vade sonunda” hesaplanabilir. Boşu boşuna yorulmayalım.
Son Söz: TL’nin faizini bırak, sıcak dövizin faizini hesapla.
Yazarın Tüm Yazıları