Selim İleri’nin ödül gecesi

SEVGİLİ dostum Selim İleri, Aydın Doğan Vakfı Öykü Ödülü’nü kazandı.

Türk edebiyatının ustalarından İleri, ilk öyküsünden bugüne kadar edebiyat yaşamını yakından izlediğim, yazılarını, kitaplarını merakla bekleyip okuduğum bir iyi edebiyatçı.
Kitaplarını sevdiğiniz bir yazar aynı zamanda sevdiğiniz bir dost olursa, bu olağanüstü bir örtüşmedir.
İlk kitabından bu yana onun okuru/yazarıyım.
Hüzün onun yazarlık anlayışının anahtar kelimesidir. Ama asla umutsuz değildir!
Bireysel mutsuzlukların ardında toplumsal engebelerin olduğunu sezdirir bize her zaman. Cumhuriyet rejiminin doğrultusunda değişen toplumumuzu, çalkalanan, gelgitli yaşama biçimlerimizi öykülerinde ve romanlarında hatta anılarında anlattı.
Onun insanları/kahramanları neyi arıyordu? Neyi bulmak için çırpınıyorlardı? Umutsuz, sonuçsuz bir arayışın peşindeydiler belki. O yüzden de içlerine çekildiler, tıpkı yazarları gibi.
Gerçekten de sahte mutlulukların boyasını kazıdı, insanlar gerçek ben’leriyle karşı karşıya kaldı.
Ödülü aldığı gece, yaptığı kısa konuşmada, nasıl yazarlığa başladığını, bugüne geldiğinde yazmayı nasıl sorguladığını anlattı.
Her kelimesi, kendini edebiyata adamış birinin itiraflarıydı.
Yazar dostlukları kırılgandır, kısa ömürlüdür.
Oysa ben Selim İleri ile yazdığından beri dostum, anılarında da bu dostluğun önemli anlarını yazıya geçirdi.
Selim İleri’nin kitaplarında müzik önemli bir yer oluşturur. Tangoların ve özellikle operanın ayrı bir yeri vardır. Ödül gecesinde de iyi bir sopranoyu da dinledik. Asude Karayavuz’u. Ona piyanoda Rayna Popova eşlik etti. Seslendirdikleri parçalar şöyleydi:
Gioacchino Rossini, Cezayir’de bir İtalyan Kızı, Isabella Arya (Cruda Sorte),
Georges Bizet, Carmen “Habanera”,
Georges Bizet, Carmen “La Chanson Boheme”.
ÖDÜL için hazırlanan kitapçıkta, Çağlayan Çevik’in yaptığı söyleşinin başlığı yazarlık anlayışını özetliyor: “Kırk beş yıldır öz edebiyatın ardından koştum.”
Söyleşiden bazı bölümleri yazıma alacağım. Kırk beş yıllık yazarlık serüveninin ipuçlarını bulacaksınız:
“Kırk beş yılı aşan edebiyat serüveninizin en önemli kahramanı öykü. Yola çıktığınız gün aklınızda neler vardı, bugün elinizde neler var?
İlk göz ağrım öykü değil, romandı. Ortaokuldayken romanlar yazdığımı sanıyordum. Lise son sınıfta öğretmenim Vedat Günyol’un yönlendirmesiyle öykü yazmaya başladım. Önce öyküler yayımlandı. O gün çok mutluydum, umutlarım vardı. Edebiyatın toplum üzerinde büyük bir gücü, etkisi olabileceğine yürekten inanıyordum. Kırk beş yıl sonra ne yazık ki eskisi kadar umutlu değilim. Kırk beş yıl önce yazdığım öykülerle 2011 tarihli ‘Yağmur Akşamları’nı yan yana okuyun, bir içe çekilişi yakalarsınız. Bugün bana edebiyat, ‘artık’ içe çekilişler toplamı gibi geliyor.
Günümüzün edebiyat ortamında çok satmanın geçer akçe olduğu bir anlayış var. Bu ortamda siz, iyi edebiyat için emek harcayan ve bilhassa son yıllarda bunu dile getiren bir tavrı benimsiyorsunuz. Çok satmak gerçekten çok okunmaktan daha mı önemli artık?
Her çok satanın değersiz olduğunu söylemek gerçekten haksızlık olur. Ne var ki, satışa bağlanıp kalmış bir edebiyat-yayın ortamının doğrudan doğruya sanata zarar vereceği çok açıktır. Kırk beş yıldır geçimimi edebiyat, yazmak karşıladı. Profesyonel yazarlığı elbette savunuyorum. Fakat çok satmak uğruna en basite indirgenmiş bir şeyler yazmaya da karşıyım.”
  
ÖDÜLLERİN yararına, işlevine her zaman değindim.
Usta yazarların yeniden gündeme gelmesini sağlar, yaygınlık sağlar. Bu durumun Selim İleri  açısından daha da yoğun olacağı inancındayım.
Yazarın Tüm Yazıları