12 Eylül’ün işkencelerine yeniden bakmak

GEÇEN çarşamba günü Ankara’da başlayan darbe davasının önemli bir sonucu, toplumda 12 Eylül döneminde meydana gelen yaygın insan hakları ihlalleri üzerinde yeni ve kuvvetli bir farkındalığın uç vermesi oldu.

Davanın başlaması hepimizi yeniden 30 yıl öncesine götürdü. Bu dönemi konu alan gazete haberleri, televizyon programları ve mağdurların aktardıkları olaylar, Türk toplumu için ciddi bir bellek tazeleme egzersizine dönüştü.
Galiba 12 Eylül sonrasında bu dönem üzerinde böylesine bir odaklanma, yoğunlaşma hiç olmamıştı. Bütün bu olaylar, o döneme hiç tanıklık etmemiş olan yeni genç kuşaklar açısından acaba ne anlama geliyordu?
İŞKENCE KARŞISINDA EŞİT OLMAK
12 Eylül’ü birden çok düzlem içinde değerlendirmemiz gerekiyor. Kuşkusuz, müdahaleye giden süreç, darbenin icra edilişi, darbe sonrasında hayata geçirilen siyasi ve toplumsal tasarım ve müdahale sonrasındaki insan hakları sicili, hepsi bir bütünlük halinde bu dönemi anlamaya dönük en önemli başlıkları oluşturuyor.
12 Eylül müdahalesi, yalnızca demokrasiyi askıya alıp, siyasi hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmakla yetinmedi. Daha vahimi, vatandaşların hukuk tarafından güvence altına alınmış olan en temel hak ve özgürlüklerinin de korumasız kılınması, vatandaşların devletin güvenlik görevlilerinin her türlü keyfi tasarrufuna açık hale gelmesiydi.
Bu noktada 12 Eylül askeri yönetiminin en büyük sorumluluğu, gözaltına alınan, tutuklanan bütün şüphelilere işkence başta olmak üzere, her türlü kötü muamelenin yapılmasını serbest bırakmış olmasıydı.
Gözaltına alınan kişilerin dayak yemesi ya da işkence odalarına alınmalarında ayrım gözetilmiyordu. Sağdan ya da soldan olmak fark etmiyordu. Elektrik verilen ya da falakaya yatırılan kişi bir belediye başkanı da olabilirdi, sendika yöneticisi de; öğrenci lideri ya da öğretim üyesi de...
İnsan onurunu çiğneyen muamelelere maruz kalmak anlamında herkes eşitti.
İŞKENCE AMACA DÖNÜŞÜNCE
O dönemdeki işkencelerin önemli bir bölümü mağdurların aktarımları üzerinden belgelenebilmiştir. Bu çerçevede Diyarbakır Askeri Cezaevi 12 Eylül döneminin insanlık dışı uygulamalarının en uç örneklerinden birini oluşturmuştur. Bunun yanı sıra, Ankara’da Emniyet DAL Grubu ve Mamak askeri cezaevi, İstanbul’da Davutpaşa Kışlası, Hasdal Askeri Cezaevi ve Sağmalcılar Cezaevi’ndeki işkence uygulamaları o dönemin en çok iz bırakan ihlalleridir.
Dönemin önemli bir özelliği, kötü muamelede, işkencede hiçbir sınırın olmamasıydı. Bir şüpheli askerler ya da polis tarafından saatlerce dövülebiliyordu.
Burada önem taşıyan olgu, bu dayakların, işkencelerin çoğunluk bir suçu itiraf ettirmeyi ya da cezalandırmayı amaçlayan bir işlem olmaktan çıkıp, başlı başına bir amaca dönüşmüş olmasıdır.
Bu yönüyle bakıldığında 12 Eylül işkencenin devlet katında kutsandığı bir dönemdir. Türkiye, o dönemde aslında bir büyük işkence laboratuvarına dönüşmüştür.
ÖZELEŞTİRİYİ YAPMASI GEREKEN KİM?
“Bin İnsan” (1985) ve “Bin Tanık” (1986) adlı kitaplarıyla o dönemdeki ihlaller üzerinde en önemli çalışmaları yapmış gazeteci olan Erbil Tuşalp’in tespitine göre, gözaltındayken işkenceden ölen insanların sayısı 219’dur. Gerçek sayının aslında bu rakamların çok üstünde olduğu konusunda bir şüphe yoktur.
12 Eylül’de gözaltına alınanların sayısı 650 bin dolayında tahmin ediliyor. Bu insanların çoğunluğunun işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını tahmin etmek güç değildir. Sakatlanan, işkencenin izlerini hâlâ vücudunda taşıyan insanlar hakkında çıkarılmış bir istatistik yok.
12 Eylül’ün bu karanlık sayfalarını neden hatırlamamız gerekiyor? Bunun bir nedeni, bugün sayıca azalsa da hâlâ sürmekte olan insan hakları ihlalleriyle mücadele hedefini canlı tutma çabasıyla ilgilidir. Evet, bugün eskisi gibi yaygın bir işkence olaylarıyla karşı karşıya değiliz. Ama kötü muamele ve dayak, televizyonlara yansıyan son karakol görüntülerinde olduğu gibi yine karşımıza çıkabiliyor. Demek ki o refleks tümüyle kaybolmuyor.
Bir bu kadar düşündürücü olan,
ihlalleri yapan kamu görevlilerini korumayı amaçlayan cezasızlık kültürünün bugün de büyük ölçüde sürmesidir.
Türkiye hafızasını tazelerken 12 Eylül dönemindeki ihlallerden sorumlu olan kurumların başta ordu ve emniyet olmak üzere kendi içlerinde bir özeleştiri yapması da elzemdir. Birilerinin bu büyük ayıptan dolayı Türk halkına karşı en azından bir özür borcu yok mu?
Yazarın Tüm Yazıları