Bira deyip geçmeyin, ciddiye alın

Bira denen mereti benim gibi yaza-maça-erkeğe-İngiliz holiganlara-Avusturyalılara-sosis eşliğinde litreleri yuvarlayan Almanlara ve de elbette rock’çılara özgü sanmayın. Cevizli-parmesanlı bir salata, bonfile, daha da iyisi vişneli ördek eşliğinde ve ılık çikolatalı kekle de güzel gidiyor

Haberin Devamı

Henüz ale’ler ile tanışmadığım yıllar.
Bira denince evet aklıma ilk olarak yaz ayları düşerdi ama onu da ne yazık ki kemer üzerinden fışkıran göbek görüntüsü izlerdi.
Biri ne kadar iştah açıcıysa diğeri bir o kadar iştah kapatıcı iki imge.
Bu sevimsiz çağrışımda kana kana içtiğim ilk yudumla birlikte başta annem olmak üzere çevremdeki birilerinin “Aman ola bira göbek yapar” diye kulak çekmesinin payı olduğu kadar, biralarını içerken göbeklerini sallaya sallaya tavla oynayan Türk erkeklerinin de payı olduğu aşikâr...
Tam da bu yüzden, başka hiçbir içkiyi içerken duymadığım iki zıt duyguyla, mutluluk ve suçlulukla içtim birayı yıllarca.
Ve de sadece yaz aylarında.
Sonra bir basın gezisinde hayatımda tanıyıp tanıyacağım en iyi ‘biracı’ Teoman Hünal’la tanıştım.
Henüz ne kadar biracı, nasıl biracı bilmiyorum elbet.
Ne zaman ki Paris’te, şatafatlı bir otelin burnundan kıl aldırmaz şefinin masasından kalkıp peşine düştüğü birayı tatmak uğruna Belçika’ya gitti o gün anladım biraz da meşrubat yerine koyduğum biranın nelere kadir olabildiğini...
Eğer aklı başında, komik, bilgili ve de göbeksiz bir adamı kendine meftun edebiliyorsa altın sarısı bu mayii, benim bilmediğim bir hikmeti vardı belli ki.
O akşam Teoman’ın masadan kalkıp gitmesi, giderken bir trappist tatmaya gittiğini söylemesi, ne demek olduğunu asla anlamadığım bu lafın masadakiler tarafından “elbette onun için gidilir” şeklinde onaylanması kızarmama neden oldu.
Trappist mi dedi?
O da ne ola ki?
Sorsam cehaletim ortaya çıkacak, o yüzden yutkundum kaldım.
Aklıma takıldı ama: Dönüşte ilk iş bira üzerine çalışacaktım.
Ben bol karar verip az uygulayanlardanım maalesef.
Paris’te aldığım kararı da Türkiye sınırlarına adım attığım anda rafa kaldırdım.

Haberin Devamı

BABAM TEKEL BEN EFES KUŞAĞI

İkinci bira serüvenim gene Teoman sayesinde.
Bu kez aile boyu New York’tayız.
Teoman, iki genç birasever girişimcinin Brooklyn’de kurduğu küçük bir bira imalathanesinin Brooklyn Lager adını verdiği biralarını Türkiye’ye getirmeyi aklına koymuş, hepimizi topladığı gibi Brooklyn’e götürdü. Böylelikle hayatımda ilk kez biranın nasıl yapıldığını görme, dünya yakışıklısı siyahi bira yapımcısının ağzına düşmek sayesinde de malt neymiş, şerbetçiotu ne, öğrenme şansım oldu.
Dönüşte dersimi çalıştım bu kez.
Ve tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eski biranın inceliklerini öğrenmeye başladım.
Ama biliyor musunuz, kitabi bilgileri öğrenmek yutkunup kalmamak adına önemli olsa da yeterli değil.
Söz konusu ne olursa olsun, ister içki, ister yemek, ister iletken kablo; bunu hayata geçirmek, yemek, içmek, kullanmak gerek... Gerisi laf-ı-güzaf.
Babalarımız tek tabanca Tekel birası kuşağıydı. Bizler bira diye Efes’le Tuborg’u bildik.
Ama o kadar.
Oysa şimdi öyle mi?
Tamam, belki bakkallarda satılmıyor ama büyük marketlerde artık çeşit çeşit bira var.

Haberin Devamı

ÇİKOLATALI KEKLE DENEDİNİZ Mİ

La Brise’deyiz.
Fonda ister istemez gene Teoman var çünkü Asmalımescit’teki Fransız brasserie’si benzeri lokanta gene onun sahibi olduğu bir mekân.
Şef, küçük kızı Esen Hünal Blake, dekorasyon büyük kızı Selda’ya emanet, önde zaten Teoman ve arka planda bütün ailenin payandası Lale.
Açılalı tam kaç yıl oldu hatırlamıyorum ama açıldığı günden bu yana lebalep dolu olduğu ve handiyse bütün biracıların lansmanlarını orada yaptıkları bir gerçek.
Bu kez Tuborg yemeğindeyiz.
Biranın bencileyin sadece yaz aylarında içilen bir içki olmadığını, pekala şarap gibi iyi bir yemek işbirlikçisi olabileceğini uzun zaman önce keşfettim keşfetmesine de hangi birayla ne yeneceğini hâlâ bilmemekteyim.
Bu marifet hem kolay hem değil çünkü. Elde bir tatlar var birayla iyi giden.
Ama koca bir mönüyü farklı biralarla sunmak her babayiğidin de harcı değil.
Meşhur Brooklyn seferimizde artık bir NY efsanesi haline gelmiş ünlü Peter Luger’de Brooklyn Lager’lerle eşleşen yemekler yemiş, Mikla’da Mehmet Gürs’ün hazırladığı bir bira yemeğini tatma fırsatım olmuş, Changa’da sevgili Tarık’la Savaş, buğday birasıyla eşleşen harika yemekler hazırlamış, weissbier’leri gene La Brise’de gene Esen’in elinden çıkma yemeklerle tatma fırsatı bulmuştum.
Bilmem biliyor musunuz, Tuborg bir süreden beri kendi imalatı biralar dışında dünyanın önde gelen biralarını da ithal ediyor.
Büyük bir dağıtım ağına sahip oldukları için bu biralar büyük şehirlerin büyük market zincirlerinde kolaylıkla bulunabiliyor üstelik.
Babadan görmeyle ithal arasında fiyat farkı var mı? Var. Ama bu birayı ne diye içtiğinize bakar. Hele de içerken tıpkı Esen’nin yaptığı gibi biranın yanına cevizli ve parmesanlı bir salata yapar, birayı bonfile, daha da iyisi vişneli ördek eşliğinde yer ve de ılık çikolatalı kekle yudumlarsanız ne demek istediğimi anlarsınız.
Ördekmiş, turtaymış tutun ki yapamadınız.
Tutun ki bira sizin için hala denize bakılarak içilecek ya da maç öncesi yuvarlanacak bir içki hâlâ.
Dudak bükmeyin yazdıklarıma. Aldırmayın, deneyin.
Yeter ki bira denen mereti benim gibi yaza-maça-erkeğe-İngiliz holiganlara-Avusturyalılar’a-sosis eşliğinde litreleri yuvarlayan Almanlar’a ve de elbette rock’çılara özgü sanmayın.
Ciddiye alın.
Almaya değer...

Yazarın Tüm Yazıları