“Evet ama yetmez” 12 Eylül Davası; “Olamaz” KCK İddianamesi...

Heyecanlı bir gündü dün. 12 Eylül’ün yargılanmasının ilk günü diye, bu gelişmeyi “devrim kıvamı”nda değerlendirenler bile oldu. 650 bin kişinin gözaltına alındığı, 229 kişinin gözaltında öldüğü, 230 bin kişinin Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandığı, 1 milyon 683 bin kişinin fişlendiği bir “askeri cunta dönemi”nin yargılanmasına başlanması, kuşkusuz, Türkiye’nin selameti ve geleceği bakımından başlı başına önemli bir olaydır.

Haberin Devamı

Bu gelişmenin önemi küçümsenemez ve bu noktaya 12 Eylül 2010 tarihli referandumda yüzde 58 oyla kabul edilen anayasa değişiklikeri sayesinde varıldı. Bu gün, yüzde 58 içindeki oyları başlarına kakılan “yetmez ama evet”çilerin doğru ve isabetli bir oy kullandığının en değerli kanıtı oldu, “12 Eylül dosyası”nın yargı önüne gelmesi.

İki yıl önce referanduma sunulan anayasa değişikliklerine burun kıvıranlar, “hayır” oyu verenler, referandumu “boykot” edenler ve o gün bugündür “yetmez ama evet” pozisyonunu savunmuş olanlara saldırılarını ve hakaretlerini sürdürenler, davaya “müdahil” olmak üzere sıraya giriyor, neredeyse birbirlerini çiğniyorlar.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!

Yargılama, “Evet”in sonucudur; bununla birlikte “yetmez” bölümü, yargılamaya rağmen devam ediyor. Çünkü, bu dava, 12 Eylül açısından “yetmez” niteliktedir. Prof. Mithat Sancar, dün, gayet haklı biçimde şu satırlara yer vermişti:

Haberin Devamı

“Bu davanın konusu, bazılarının sandığı gibi, ’12 Eylül rejimi ve onun işlediği suçlar’ değil. Davada yargılanan şey, sadece ‘darbe yapma fiili’dir ki, bu da eski TCK’nın 146. Ve 147. Maddelerindeki suça tekabül ediyor. Bu nedenle, bu davayı ’12 Eylül’ün yargılanması’ şeklinde nitelemek doğru olmaz; buna en fazla ‘Evren/Şahinkaya Davası’ diyebiliriz.”

Öyle. Şayet dava “insanlığa karşı suç” kapsamında açılmış olsaydı, bir “toplumsal yüzleşme”nin önünü açmaya yönelseydi ve Soli Özel’in satırlarıyla “günah keçileriyle yetinmese, işkenceciler, işbirlikçiler, alkışlayanlar, nemalananlar hesap verse, başka ülkelerdeki gibi zalimlerle mazlumlar yüzleşebilseydi, 12 Eylül hesaplaşması daha anlamlı olabilirdi.”

Olamazdı. Olamazdı, zira en basitinden bu “zulüm rejimi”nin ürünü olan anayasa hala yürürlükte. Üçte birinden fazlası değişmiş olsa bile yürürlükte. Türkiye’nin hukuk çerçevesi, 12 Eylül askeri cunta rejimiyle çizilmiş, bunu çizen anayasa “ruhuyla” yerli yerinden dururken, 12 Eylül’ün yargılanması, eksik ve güdük olur. Olan da bu.

O nedenle, “12 Eylül Davası” diye nitelenen davayı, “Evet ama yetmez” diye karşılamamız daha doğru olacaktır.

Haberin Devamı

Türkiye’de yargı alanında herşey karman çorman. Yetersiz “12 Eylül Davası”nın başlamasından bir gün önce, 193 sanıklı KCK iddianamesi açıklandı. Son zamanlarda “özel yetkili savcılar”ın hazırladığı bir çok iddianame gibi, bu da vahim ve ciddi “hukuk açığı”na işaret ediyor.

Davanın sembol isimleri haline gelmiş olan Prof. Büşra Ersanlı ile dünya çapında saygınlığı olan yayıncı Ragıp Zarakolu’na isnat edilen suçların dayanakları iddianameye baktığınız takdirde, “balçıkla sıvanamayacak”, üstü kapatılamayacak kadar zayıf ve çürük.

Ragıp Zarakolu hakkındaki şu değerlendirmeye bir bakın:

“Şüphelinin PKK/KCK terör örgütünün şehir merkezindeki yapılanmalarına ve dağ kadrosuna eleman yetiştirme merkezi gibi işlev gören Siyaset Akademisi’nde ders verdiği, bu faaliyetin yalnızca bir eğitim faaliyeti olarak görülemeyeceği, sınıflarında ve koridorlarında örgütün ölen ve halen yaşayan militanlarına ilişkin fotoğraflar ve örgüt lideri Öcalan’ın posterleri bulunan bir mekanın normal bir eğitim yuvası gibi kabul edilemeyeceği, Türkiye ve dünyadaki gelişmelerden konumu gereği haberdar olan ve aynı zamanda araştırmacı-yazar olan şüphelinin terör örgütü eğitim yuvası olduğunu algılamamasının akıl ve mantık kurallarıyla çeliştiği...”

Haberin Devamı

Mekan dekoru tarifiyle, Ragıp Zarakolu ya da herhangi bir başka kimse suçlanabilir mi? Ragıp Zarakolu’nun verdiği iddia edilen derslerde, ne dediği ve bu dediklerinin hangi kanunun hangi maddesini ihlal ettiğine dair tek kelime yok. Mekan tarifi ve aslında yasal bir siyasi parti olan BDP’nin “Siyaset Akademisi”nin işlevine ilişkin savcının kendi sübjektif değerlendirmesinden yola çıkılarak, Ragıp Zarakolu’nun “örgüte bilerek isteyerek yardım etmek” gerekçesiyle 15 yıl hapsi isteniyor.

Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Büşra Ersanlı ise aynı zamanda BDP Parti Meclisi üyesi. Büşra Ersanlı’nın bu konumundan hareketle, “örgüt yöneticisi olmak”tan 22,5 yıl hapsi istenen iddianame, Ersanlı’nın herhangi bir terör olayıyla ilişkisini ortaya koymuş ve delillendirmiş değil. “Siyaset Akademisi” sanki bir “terör karargahı” imiş gibi bir mantıkla iddianamede değerlendirilmiş.

Haberin Devamı

PKK, KCK ve BDP arasındaki sınırları silen ve BDP’den “PKK/KCK ile organsal bağı” olan bir parti olarak söz eden bir iddianame var. “Mantıklı ilişki” başka türlü olamazdı ve bu durumda, BDP’nin kapatılması gündeme geliyor. Zaten, iddianame bu istikameti gösteriyor.

Bu yaklaşımla, BDP’nin kapatılması, bence de, zorunlu. Böyle bir iddianame mantığından yola çıkarsanız, başka bir mantıklı sonuca varamazsınız çünkü.

Ancak, BDP’nin kapatılması, “sorunlu” bir konu. Zira, daha şunun şurasında on gün kadar önce, Başbakan Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Obama’nın ve televizyon kanallarının önünde “BDP ile müzakere edilebileceği”nden söz etti.

Ayrıca dolaşıma sokulan “devlet aklı”nın, sorunu parlamenter zeminde ele almaktan, yasal temsilciler ile müzakere etmekten ve bu bağlamda BDP’nin “müzakere partneri” olarak görülmeye başladığının işaretleri alındı.

Haberin Devamı

Üstelik, bütün bunlar, BDP’nin “iltisakları” bilinerek ve tam da bu nedenle özellikle vurgulanarak yapıldı.

Son KCK iddianamesine göre, “kapatılması bir bakıma şart olan” bir siyasi partiyle mi “müzakere” düşünülüyordu? BDP’yi de kapatacak iseniz, İmralı ve Kandil de “denklem dışı”na çıkarıldığına göre, Kürt sorununu hiçbir “karşı tarafı” olmadan, “müzakere partneri” bulunmadan kendi aranızda söyleşerek mi çözeceksiniz?

Kürt sorunu siyasi bir konu. Siyasi sorunlar yargı araçsallaştırılarak çözülemezler. Dünyada örneği yok. Siyasi sorunlar siyaset zemininde çözülür.

Dolayısıyla, KCK iddianamesi, aslında “hukuki” değil, “siyasi” bir dava ve siyasette “yargının araçsallaştırılması”nı ve gerçek ve kalıcı bir siyasi çözümden uzaklaşılmasını ifade ediyor.

Bir “yetersiz” 12 Eylül davası, Kürt sorununa çözüm yollarını tıkayacak nitelikte bir KCK iddianamesi ve 12 Eylül anayasası ile, Türkiye’nin daha özgür ve demokratik bir toplum olma yönünde yol alabilmesi zor.

Alınacak yol, daha uzun, üstelik mayın döşeli...

Yazarın Tüm Yazıları