Siz hiç böyle bir bahar müjdesi duydunuz mu?

DİYOR ki:

“Bir an önce müzakereler başlasın. Eğer bir şeyler yapılmazsa; bakın bahar geliyor!”

Haberin Devamı

Diyor ki:

“Eğer devlet adım atmazsa, tecrit bitmezse; işte bahar geliyor!”

Peki bahardan kasıt nedir?

Diyor ki:

“Yine analar ağlayacak. Bu defa çok şiddetli olacak. Kan akacak!”

Siz hiç, baharın gelişinin “kanlı bir mevsimin başlangıcı” olarak sunulduğu bir başka coğrafya biliyor musunuz bu gezegende?

Siz, hiç gökyüzüne bir resim gibi yerleşen o kırlangıçların;

Papatyalara, sarı çiçeklere, çimenlere dönüşen dağların;

Dirilen nehirlerin, köpüren ırmakların, açan çiçeklerin, arıların, uğur böceklerinin; böylesine kapkara bir şantajla müjdelendiği başka bir ülke gördünüz mü?

“Bakın bahar geliyor ona göre haaaa!”

Üstelik elinde mikrofon, tane tane söylüyor.

Her bir “bahar şantajı”nın üzerine basa basa demek istiyor ki;

“Bahar gelecek, dirilen o nehirlerde kan akacak!”

Kim diyor:

Haberin Devamı

Diyarbakır şehrinin belediye başkanı...

O konuşurken, ben kırlangıçlar adına korktum!

Papatyalar adına utandım!

Çağlalar, yemişler, can erikler adına üzüldüm!

Başka ne için üzüldüm?

Taş atan çocukların, okullarda teneffüs saatlerinde gaz bombası soluyan çocukların baharı için üzüldüm.

Uçurtmayla, insansız uçak arasındaki bahar farkına takılıp kaldığım için üzüldüm.

Yıllardır söylüyorum:

- İnsani sorunlar, insansız uçaklarla çözülmez.

- Demokrasinin bulması gereken çözümler, silahla bulunmaz.

- İnsanın geleceğine, özgürlüğüne, sivil taleplerine göre bakılması gereken sorunlar;

Gezden gözden arpacıktan bakılarak çözülemez.

İşte yine söylüyorum;

Ama bu söylediğim yalnızca devlet organizasyonu için değil;

Kendisini sivil bir irade olarak gösteren BDP için de geçerlidir.

BDP de artık gerçek anlamda sivilleşmelidir. PKK gölgesinden çıkabilmelidir.

Yoksa;

Böyle “bahar şantajları”yla “kırlangıçları korkutarak”, sivil çözüm nasıl bulunabilir?

Bu yüzden ben de Diyarbakır Belediye Başkanı’na diyorum ki;

Dağlardaki çocukların cesareti üzerinden yapılan “bahar şantajı” yerine;

Çok istediğiniz o özgürlükten korkmadan, kendiniz için bir sivil cesaret geliştirseniz...

Çok mu zor?

İKİNCİ YAZI:

Hiçbir kâğıt tutmaz onu yazacak kelimeleri

KANAT Atkaya, Pozantı rezaletinin en dibine tuttu kalemindeki merceği...

Haberin Devamı

Büyüttü. Gözümüze soktu o küçücük çocukların dev gibi acılarını.

Tabii bu acının bir de öteki yüzü var...

Çocuğun eline taşı verip, polislere fırlatırken, köy kahvesinden seyreden babaları da biliyoruz...

Ben aynı zamanda bir şeyi daha merak ediyorum:

Pozantı rezaleti çıktığında, köy kahvesinden çocuklarını seyreden o babaların yüreğinde bir yerler sızladı mı acaba?

Ya da;

Taş attılar, slogan yazdılar diye o çocukları o mahzenlere tıkanlar hiç sordular mı?

- O çocukların damarlarında nasıl bir “kin tarihi” oluşuyor?

- Nasıl bir öfke kampı kuruluyor?

- Nasıl bir “nefret uçurumu” açılıyor?

Soruyor muyuz?

Mesela Hakkari’de ya da Cizre’de;

Bir kasaba tiyatrosunun;

Haberin Devamı

Hiç bitmeyen o ucuz senaryosunun, her gün sokaklara nasıl kurulduğunu;

Soruyor muyuz?

Her gün okul çıkışlarına göre çocukların “taş atma provaları”na karşı polis panzerinin anonslarını:

“Anneler lütfen çocuklarınıza sahip çıkın!”

Soruyor muyuz?

O anneler şimdi Pozantı rezaleti için ne diyor?

Soruyor muyuz?

- Bu oyuna gelen devlet, “tıktığı mahzenlerdeki çocuklardan nasıl bir kin ordusu oluştuğunu” biliyor mu acaba?

ŞERAFETTİN ELÇİ

Kanat bir de hatırlatma yapıyor...

Defalarca okunması gereken bir uyarı.

Pozantı rezaleti ve çocuklardan oluşturulmaya çalışılan “kin ordusu” için;

Kullanma kılavuzu gibi bir açıklama.

Demişti ki Şerafettin Elçi;

“Bu sorunu bizim kuşakla çözemezseniz, gelecek kuşaklarla hiç çözemezsiniz!”

Haberin Devamı

İşte Pozantı rezaletinde beni asıl düşündüren nokta budur.

Sert, öfkeli, nefret dolu, kin yüklü bir hafızayla gelen bir Kürt gençliğiyle nasıl konuşacağız?

Copla mı? Mermiyle mi? İnsansız uçakla mı?

Yoksa termal kameralar üzerinden mi anlaşacağız?

Ahmet Türk demişti ki:

“Yalnız fikirler değil, asıl gönüller ayrılıyor. İşte ben bundan korkarım!”

Ben de korkarım. Korkarım çünkü “fikir ayrılığı” en sonunda kağıt üzerindedir. Karşılıklı yazarak bir orta noktaya gelebilirsiniz.

Ama gönül başkadır. Onu yazacak yer bulamazsınız!

Çünkü kalp işidir.

Ve bir kere kırılıp kopmaya başladı mı?

Hiçbir kalem yazamaz, hiçbir alfabe işlemez...

Hatta, hiçbir kağıt taşıyamaz;

Haberin Devamı

O kırık kalbi anlatacak kelimeleri...

 

Yazarın Tüm Yazıları