Hocalı’yı anma değil; milliyetçi-ulusalcı başkaldırı

Tarihin büyük dönemeç noktaları, “uluslararası fay hatları” üzerinde büyük insani trajedileri beraberinde getirir. Tarihin büyük dönemeç noktaları, “sınır değişiklikleri”, “yeni devletlerin ortaya çıkması”, “mevcut devletlerin ortadan kalkması” ya da “bölünmesi”ne işaret ettiği için öyledirler.

Haberin Devamı

1915, Birinci Dünya Savaşı sırasında; Osmanlı Devleti’nin sonunun yaklaştığı, onun mirası üzerinde bir “ulus-devlet kurulması” projesinin gündeme gelmekte olduğu bir zaman dilimine denk gelmiştir. Böylesine bir “tarihi dönemeç noktası”nda, bir “fay kırığı” üzerinde bulunmanın maliyeti Anadolu Ermeni halkına patlamıştır. Soykırım ile.

Benzeri bir hal, İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da Yahudilere Holocaust olarak, Ortadoğu’da kendi toprakları üzerinde Filistin Arap halkına topraklarından sürülmek şeklinde patlamıştır.

Soğuk Savaş sonu da benzer acılarla doludur. Bosna-Hersek’te yaşanan “etnik temizlik” ve bunun yol açtığı trajedi, Soğuk Savaş’ın acımasız sonuçlarından biridir. Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde Kafkasya’da, özellikle Yukarı Karabağ sorunu üzerinden Azerilerle Ermeniler arasında yaşanan kanlı çatışmalar da öyledir.

Haberin Devamı

Zaten, Soğuk Savaş’ın sonu, “yeniden harita çizilmesi” Sovyetler Birliği’nin dağılması ile eş anlamlıdır.

O dönemde sıkça Sovyet coğrafyasında bulundum ve özellikle Azerbaycan’dan izledim. Karabağ sorunu, Sovyetler Birliği dağılmadan önce patlak vermişti. Azeri-Ermeni çatışması, çirkin bir “etnik temizlik”e yol açmıştı. 1990’da Baku’dan bir yarım saat kuzeye Sumgait’e gitmiştim. Şehirdeki Ermeniler, bir “pogrom” sonucunda orayı terkedip gitmişlerdi. Ermeni kalmayan Sumgait’ın Azeri nüfusu yerli yerindeydi ama Sumgait’in “metruk” bir kent haline dönüştüğünü hissetmemek mümkün değildi.

Baku’da Sovyetler Birliği döneminde yeraltında bulunan Halk Cephesi’nden dostlarla şehri dolaşırken, geniş bir mahalleyi göstermişlerdi bana; adı “Ermenikent” idi ve Ermeniler, Karabağ’daki çatışma üzerine kenti boşaltmaya mecbur kalmışlar ve Baku’yu varoluşundan beri Baku yapan “kozmopolit” özelliği kalmamış, şehir belirgin biçimde kuraklaşmıştı.

Hocalı’nın arka planı

Karabağ da o dönemlerde “etnik temizlik”ten nasibi alıyordu. Azerbaycan kültürünün merkezi sayılan Şuşa elden çıkmıştı. “Hocalı katliamı” Azerbaycan’ı sarmıştı.

Karabağ’ın tümüyle elden çıkması ve bunun sonucunda yaşanan “etnik temizlik”ten Ermeniler kadar “iç ihanet” de sorumlu tutuluyordu. Azerbaycan’dan etkisi kaybolmamış olan “Rusya parmağı”nın gelişmelerde rolüne dikkat çekiliyordu.

Haberin Devamı

Azerbaycan’ın 1991’deki bağımsızlığından sonra, üç farklı “iktidar odağı” ülkeye hükmetti. İlki Ayaz Muttalibov dönemiydi. Ayaz Muttalibov, “Rusya yanlısı” biliniyordu. Onu izleyen Ebulfez Elçibey ise “Türkiye yanlısı”. Elçibey sonrası baba-oğul Aliyev’ler dönemi, Rusya-Türkiye-ABD (hatta İsrail) arasında bir “denge”yi ifade ediyordu. Aliyev’lerin ibresi, bu “denge”de Türkiye’den daha ziyade Rusya’ya eğik durdu ve durmaya devam ediyor.

Yukarı Karabağ’a 2001 Ocak ayında helikopterle gittim. Tüm topoğrafyasını havadan ve karaya oldukça yakın bir noktadan gördüm. Şuşa’dan Hankendi (Stepanekert) üzerine alçalırken yıllar önce Baku’da “iç ihanet”in ne anlama geldiğini kavradım. Surlar içinde bir tepenin üzerine kurulmuş olan Şuşa’nın “iç ihanet” olmadan o kadar kolaylıkla Ermenilerin eline geçmesi imkansızdı. Azerbaycan rejimi içindeki “Rusya ekibi”nin –ki Azerbaycan Savunma Bakanlığı onların elindeydi- katkısı olmadan olamazdı.

Haberin Devamı

İndiğimiz havaalanının Hocalı olduğunu öğrenmiştik. Hankendi’nin yani Stepanekert’in onbeş-yirmi dakika ötesinde bir tepeye yaslanmış düzlükteydi. Hankendi ile Azeri yoğun Ağdam arasında stratejik bir mevkii ifade ediyordu.

“Hocalı Katliamı”nın askeri anlamını, Hocalı’yı ve çevresini görünce anlamamak mümkün değildi.

Önceki gün Hocalı Katliamı’nın yıldönümü için çağrılar yapıldı. Niye yapıldığını ve kim tarafından yapıldığını anlamamak, bu konularla biraz ilgisi olan birisi açısından söz konusu değildi.

Agos gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş’ı okuduğumda, zihnimden geçenlerin en mükemmel ifadesini buldum. Rober Koptaş, “Hocalı ve samimiyet” başlıklı yazısında şunları yazdı:

Haberin Devamı

“... Hocalı’da öldürülen masum canlar için acı duymamak elde mi? O fotoğraflardaki parçalanmış bedenlere yürek sızısı duymadan bakabilmek mümkün mü? İster Azeri, ister Kürt, ister Türk olsun, masum insanların katledilmesinden sevinç duymak insanlığa sığar mı?

Ama gelin, eğri oturup doğru konuşalım. Ben diyorum ki, Türkiye’de bugün Hocalı’nın bu kadar büyük bir kampanyayla anılmasının ardında, 1915’in konuşulmasını engellemek, bu konudaki tartışmayı bastırmak ve bu konuda milliyetçi bir yığınak yaparak milliyetçi-ulusalcı söyleme yeni cephaneler sağlamak çabası var. Yok diyebilir misiniz?

Azerbaycan ve Karabağ meselesi, Türkiye’de yıllardır derin devletin cirit attığı verimli bir saha oldu. Soydaşlık, kardeşlik, iki devlet-tek millet söylemleriyle oluşturulan sıkı bağlar, Türkiye’nin iç ve dış siyasetine ambargo koymak için kullanıldı daima. Kardeş Azerbaycan’ın darbe girişimlerine destek vermek bu siyasanın en belirgin örneklerinden biri değil miydi? Daha dün Ermenistan’la diplomatik ilişkileri başlatan, sınırların açılmasını sağlayacak protokoller, Azerbaycan lobisi kozunun ileri sürülmesi ve Başbakan Erdoğan’ın bile isteye kendini bu milliyetçi-ulusalcı politikaya rehin vermesi sonucunda tarihin çöp sepetini boylamadı mı?”

Haberin Devamı

Amaç ne? Hedef kim?

Her hecesi doğru olan bu satırlar, önceki gün Taksim’de Hocalı Katliamı’nın 20. yılında anma bahanesindeki “nefret söylemi”, uç veren “ırkçılık” ve Hocalı üzerinden karşı atak hazırlığını ortaya koyan milliyetçi-ulusalcılığın “başkaldırısı”yla doğrulandı.

Böyle bir “nefret söylemi” toplantısına İçişleri Bakanı’nın konuşma yapması tüy dikti.

Milliyetçi-ulusalcı dalganın varacağı ve varmak istediği son liman, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iktidarıdır. Hrant Dink’in kahpece öldürülmesine ve siyasi iktidarın hala bu cinayetin yükünden kurtulamamasına yol açan bu dalgadır. 2002-2007 arasında Tayyip Erdoğan iktidarına kan kusturan bu milliyetçi-ulusalcı dalgadır.

Başbakan’ın kendisini bir kez daha bu dalgaya “rehin bırakması”nı akıl almaz. Başta İçişleri Bakanı, kendi iktidar odağında bu dalganın uzantılarını zapturapt altına almaz ise, bu dalganın gelip çarpacağı limanın kendisi olduğunu anlaması, hatta bilmesi gerekir.

Hocalı Katliamı’nı 20. Yıldönümünde, İstanbul-Taksim’de sözde anmak, Başbakan’ı kuşatma hamlelerinden biri olmanın ötesinde hiçbir anlam taşımıyor. Taşımadı.

Yazarın Tüm Yazıları