11 bin yıl öncesinden gelen o heykel nereye uçtu?

Toprağın altı;

Yalnızca ölülerimizi gömdüğümüz bir yer midir?

Haberin Devamı

Yoksa;

Aynı zamanda ölümlerimize kadar kurduğumuz yaşamları da biriktirdiğimiz bir zenginlik midir?

Urfa Göbeklitepe’de 11 bin 600 yıl önce;

İnsanlığın ilk inanç taşlarını dikenler için soruyorum bu soruyu..

İnancın ilk tapınağa dönüştüğü çağdan alıyorum bu soruyu.

Aslında daha keskin sorularım da var.

Ama önce bu toprakları tarihin sırlarına bağlayan bütün kazılar için;

Bana destek gönderen herkese buradan “sağolun” diyorum...

İyi ki varsınız!

Şimdi iki gündür yazdığım Göbeklitepe’de ne oluyor ona bakalım:

Dün Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay aradı.

Bakan çok keskin uyarılar yaptı.

Satır başlarıyla şöyle:

- Fatih Bey, sizin aracılığınızla son kez uyarıyorum. Kazı bölgelerinde yıllarca kazıyormuş gibi yapanlara artık izin vermeyeceğiz. Gerekirse kazıları ellerinden alacağız. Zaten almaya da başladık.

Haberin Devamı

- Göbeklitepe’deki kazı yıllardır sürüyor. Biz oraya o izni bakanlar kurulu kararıyla verirken, tüm masrafların kazıyı yapan enstitü tarafından karşılanacağı şartını koşmuştuk. Ama şimdi oradaki bekçi masraflarını biz ödemiyormuşuz gibi bir hava yaratılıyor. Sorumluluk onlarda.

Ve eğer karşılamazlarsa kazıyı alırız.

- Göbeklitepe’de ilk heykel bulundu. Baktık 3 gün sonra çalındı dediler. Gittim dedim ki; eğer o heykeli bulunduğunuzu bilseydim, geceleri üzerinde yatardım siz nasıl çaldırdınız?

- Bazı yerlerde kazılar 15-20 yıldır ite-kaka sürüyor. Biz o yabancılardan alıyoruz. Bizim üniversitelerimiz, belediyelerimiz sponsor oluyor. Ama burada haklarını yemeyelim, çok iyi kazı yapan yapancı kurumlar da var.

Günay’la yaptığım sohbetten anladığım şudur:

- Bakan bu konuda çok hassas bir noktaya gelmiş. Türkiye’de yıllardır kazı yapan kuruluşlardan “kazıyı savsaklayanlar” ve yeterli önlemi almayanlardan o kazılar alınacak. Yeni bir düzen getiriliyor.

ŞİMDİ SORULAR

Dünyanın en zengin tarihi dekorunun üzerinde yaşıyoruz.

Anadolu’daki kazıların sayısı, Türkiye’yi dünyada ilk üç sıraya oturtuyor.

Böyle bir zenginlik düşünün.

Ve insanlık mirasının üzerinde yaşayan bizler;

Hâlâ yeterince sormuyoruz:

Haberin Devamı

- Neden tarihin sırlarını aydınlatan, değer veren bir kültür yapısı siyasetimizin konusu değildir?

- Neden bu konuda özel sektörü özendirecek teşvikler verilmiyor?

- Neden tarih denilince okullarda yalnızca, meydan savaşları ve fetihler okutulur.

- Neden topraklarımızın altındaki insanlık tarihi ilk öğretimin konusu değildir.

SİZDE CEVABI VAR MI?

Şimdi daha pratik sorular:

- Göbeklitepe’de bulunan 11 bin 600 yıl öncesine ait heykel nasıl çalındı?

- O heykelin varlığını kim biliyordu? Oradaki köylülere (al bu heykeli) deseniz kime satacaklarını bilemezler.

- Heykelin çalındığı neden üç gün sonra anlaşıldı?

- Çalınan heykel için Alman heyeti 150 bin lira tazminat ödemiş. 11 bin 600 yıl önce yapılmış olan bu heykelin değeri nasıl ölçülebilir?

Haberin Devamı

- Anadolu’da kazı yapan yabancı heyetlerin Türkiye’ye giriş çıkışları VIP yoluyla mı oluyor. Diplomatik pasaport mu kullanıyorlar? Giriş çıkış sırasında aranıyorlar mı?

Ve son bir soru:

- National Geographic Göbeklitepe kazısını, bütün dünyada “Dinlerin başlangıcı” kapağıyla duyurdu. O gün bir tek Türkiye’de o kapak yoktu. Onun yerine “Çocuk gelinler” vardı. Neden?

Bu sorularla, Türkiye’de kazı yapan uluslararası çapta değerli bilim adamlarını suçlamak istemiyorum. Ama bir sistemi sorgulamak gerektiğine inanıyorum.

Çünkü vatanseverlik bu vatan için kan dökmekten ibaret değildir.

Vatanseverlik, insanlığın ortak değerlerine, tarihine sahip çıkmaktan geçmelidir.

Haberin Devamı

Yoksa insanlık tarihinin talan edildiği bu topraklarda geçmişin sırlarını nasıl anlayacağız.

Ya da;

Binlerce yıl öncesinden insanoğlunun bize bıraktıklarını nasıl yorumlayacağız?

Aslında biz bu soruların cevaplarının üzerinde oturuyoruz. Üzerine gecekondular yapıyoruz. Barajlar kuruyoruz.

Oysa çok iyi biliyorum ki;

Geleceğin ufuklarını, ancak geçmişin sırlarını çözerek aydınlatabiliriz...

Bu yüzden bu soruların cevaplarını mutlaka bulmalıyız.

İKİNCİ YAZI:

Rusya ve Çin neden Esad için devrede?

BU dehşet dengesi hiç değişmiyor...

Vahşetin ticareti, ölümün borsası, zalim ve mazlumun sahnesi;

Her senaryoda aynı sonla bitiyor.

İşte Suriye;

The Economist’in son sayısındaki kapak fotoğrafı her şeyi anlatıyor.

Başlık şu:

Haberin Devamı

“Suriye’de özgürlük nasıl kurulacak?”

Fotoğraf:

Ellerinde Rus malı Kalaşnikof tüfeklerle poz veren muhalifler...

İşte yine aynı görüntüler...

Yıllar önce Bağdat’ta, Afganistan’da gördüklerimizin benzeri.

Dikkat edin;

Ellerinde Rus malı tüfeklerle poz veren muhaliflere karşı Rus malı tanklarla saldıran hükümet kuvvetleri...

Çin malı hafif roketler.

Ve özgürlük istediği için ezilen halk.

Şimdi iki ülke var ki;

Esad’a karşı yapılacak eylemleri veto ediyor.

Rusya ve Çin...

Niye mi?

Rus Tass Ajansı bir süre önce şu haberi geçmişti:

“Rusya’nın Karadeniz donanmasına bağlı bir gemi, Suriye’nin Akdeniz kıyılarındaki Tartus Limanı’nda, ‘Rusya’nın askeri kullanımı için’ onarım çalışması başlattı. İki ülkenin deniz kuvvetleri komutanları önceki gün Moskova’da bir araya geldiler.”

Anladık mı şimdi?

Aslında 15 yıl önce “Baba Bush” Bağdat’a ateş emri verdiğinde de benzer bir durum vardı.

CNN şöyle haberler geçiyordu:

Savaş gemisinden atılan Tomahawk füzesi ekranda canlı olarak verilirken, spiker konuşuyor:

“Şu gördüğünüz Tomahawk füzesi, şu kadar menzile gider. Binaları deler geçer. Ve asıl hedefe vurur. Akıllı füzedir. Tam hedefini vurur. Onu durdurmak için şu füze savunma sistemi gerekir.”

O zamanlar savaşın heyecanından kimse anlamamıştı.

Aslında birinci Körfez savaşı;

CNN’den yayınlanan dünyanın ilk canlı silah fuarıydı.

O korkuyla kim ne kadar Patriot füzesi aldı bilmiyorum.

Bundan çıkarttığım sonuç şu:

Silahı kim satarsa, sattığını koruyor. Kısa bir hafıza kaydıyla anlatayım.

EMİRİN POLİZ ARABALARI

Kuveyt Emiri El Sabah Irak askerleri ülkesine girince memleketi terk edip, Ürdün’deki Hilton Oteli’ne sığınmıştı. Biz de oraya gittik.

Körfez harekâtı olup da ABD Saddam’ı Kuveyt’ten kovunca El Sabah, ailesini toplayıp Kuveyt’e geri döndü. Biz de peşinden gittik. Ve ertesi gün otelden çıktığımda gözlerime inanamadım.

Her taraf, bembeyaz Chevrolet, Buick marka Amerikan arabalarıyla dolmuştu. Üzerlerine birer ışıldak takılmış, polis arabası haline getirilmişti. Ve Emir ailesine yakın ne kadar genç varsa hepsi polis olmuş, bu arabalara binmişti.

Petrol kısmına, silaha girmiyorum bile...

Suudi Arabistan’a satılan 35 milyar dolarlık silah da zaten biliniyor.

Ve bunları yazarken ne ABD’yi ne de Rusya ve Çin’i suçluyorum.

Yalnızca diyorum ki;

Sen bilimde, teknolojide, eğitimde, kültürde, demokraside, insan haklarında;

“Pespaye bir tembelliğe” gömülürsen...

Ve “dış mihraklar” masalına bağlanıp kalırsan.

Sözünü ettiğim bu dehşet ve vahşet dengesi; BM ve NATO gözetiminde gelip seni de bulur.

Yani güçlüler arasında bir “pazar tercihi” olarak kalırsın.

Yazarın Tüm Yazıları