Devlet krizi: Yana ve karşı olunması gereken nedir?

MİT Yasası ve CMK’da yapılması öngörülen değişiklik bugün TBMM’ye geliyor.

Haberin Devamı

Muhalefet –CHP, MHP ve kolay açıklanamayacak bir şekilde BDP’si ile- birkaç gündür kıyamet koparıyor.

Niçin?

İtiraz ve tepkinin “ortak payda”sı şu: “Kişiye özel yasa düzenlenmesi olmaz”.

Düzenlemenin MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve aralarında Fidan’ın selefi Emre Taner ile yardımcısı Afet Güneş’i “şüpheli” sıfatıyla “Özel Yetkili Mahkeme” önünde sorgulanmaktan kurtarmak amacı taşıdığı malum.

Böyle bir şey olur mu?

Türkiye’nin bugüne dek rastlamadığı ve herhangi bir başka ülkede de kolay kolay rastlanamayacak cinsten bir “devlet krizi” söz konusu. Bir “olağanüstü durum” ile karşı karşıya kalındı. Bir tarafta siyasete müdahil olan “polis-yargı ekseni”, karşısında “siyasi iktidar” var. Krizin “öznesi” ise devletin gizli istihbarat örgütü. Benimsemen yöntemle, MİT’in neredeyse “iptal” edilmesi anlamına gelen bir noktadayız.

Yine “yetmez ama evet”...

Haberin Devamı

Bunun, ister istemez, bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hedef alan bir tür “sivil darbe girişimi” olduğuna gerekçeleriyle daha önce değindik. Söz konusu kanunlarda yapılacak değişiklik önerisi krizi aşmak için mevcut zaman diliminin mecbur kıldığı bir husus.

Polis-yargı ekseni üzerinden, tartışmalı bir yasa hükmü yorumunca devletin gizli istihbarat örgütünün yöneticileri ve onların şahsında Başbakan’ın “siyasi tercihleri”ne karşı bir “operasyon” başlatılıyor. Bu operasyonun hukuki dayanağı, yürürlükteki yasaların bazı hükümlerinin “özel yetkili savcılar”ca yapılan yorumu. Olup-biten bu değil miydi?

Şimdi yapılan bu dayanağı ortadan kaldırmak.

Görüntüde Başbakan’a aşırı bir iktidar tekeli kazandıracak bir yönü var yapılanın. Eğer, bugün gündemde olan “zorunlu ve zoraki düzenleme”yi, ciddi ve kapsamlı bir hukuk ve idari düzenleme izlemezse, ilerde ciddi sorunlar doğabilir. Ama, bugün itibarıyla bu zorunlu adıma karşı çıkmak, Hakan Fidan, Emre Taner, Afet Güneş ve diğer iki MİT yetkilisinin Beşiktaş Adliyesi’nde “hesap vermesini” savunmaktan başka bir anlam taşımaz. Bu da Başbakan’ın “siyasi tercihi”nden ötürü, “sanık sandalyesi”ne oturtulmasının yoluna açmak demektir.

Haberin Devamı

Dolayısıyla, MİT ve CMK yasalarında yapılması tasarlanan düzenlemeyi geçen haftaki dramatik gelişmelerden bağımsız bir şekilde bir “vakum” içinde ele alamayız.

Bu “dramatik” gelişmelerin başında, kuşkusuz, Cumartesi günü İstanbul Emniyeti’nde gerçekleştirilen temizlik ve soruşturmayı başlatan özel yetkili savcının bu görevden alınması geliyor.

Siyasi iktidar, hukuk şemsiyesi altında bir görüntüye bürünerek düpedüz siyaset yapan, siyasete müdahale eden ve “iktidar mücadelesi” yürüten “polis-yargı ekseni”ni dağıtmaya başladı.

TBMM’ye sevkedilen değişiklik, “yetmez ama evet” konumundadır.

“Cemaat” bu işin neresinde?

Buna karşı çıkan ve özellikle gelişmelerin “Ak Parti-Cemaat çekişmesi” şeklinde yansıtılmasından hoşlanmayan seslerin dikkatli olmaları gerekiyor. Gazetelerin birinci sayfalarında, köşelerde ve sosyal medya ortamında “Cemaat” olarak bilinen isimler, MİT’e MİT üzerinden Başbakan’a ve yapılmak istenen yasal düzenlemelere karşı tavır almış durumdalar ve dağıtılmakta olan “polis-yargı ekseni”ni hararetle destekliyorlar.

Haberin Devamı

Bu gelişmelerde “Cemaat”in yeri yoksa, niçin bu kadar “net” tavır alıyorlar; saflarının nerede olduğuna dair niçin “parmak izi” bırakıyorlar acaba?

Takınılan tavrın “Cemaat” imajını bozduğunu fark etmiyorlar mı? Üzerinde en hassas oldukları Ergenekon konusunun, “polis-yargı ekseni”nde uzun süredir yapılan yanlışlardan ötürü, inandırıcılığını ve geçerliliğini kaybetmekte olduğu tehlikesinin farkında değiller mi?

Son gelişmelerin tek başına “Ak Parti-Cemaat çekişmesi” olarak nitelenmesinin “büyük fotoğraf”ı görmekte yanıltıcı olabileceğini, bir kaç halkanın içiçe geçtiğini ve üst üste geldiğini daha önce belirttik ama adeta bu bakış açımızı yalanlamak istercesine ortaya konulan bu “çaba” neyin nesi?

Haberin Devamı

“Konunun özü Oslo görüşmesi değildir” savı ile yola çıkılıyor  ve “KCK operasyonlarında ele geçen bilgiler, belgeler, MİT’i zan altında bırakıyor. Bu durum soruşturma dosyalarına girdiyse, hiçbir işlem yapılmayacak mı?” sorusuyla “masum” bir akıl yürütmesine gidiliyor.

Eğer, konunun özü Oslo görüşmesi değilse, özel yetkili savcı, niçin Hakan Fidan’la birlikte, Emre Taner ve Afet Güneş’i hedef alıyor? Niçin, “yakalama kararı” çıkartıyor?

Niçin, Hakan Fidan’ın “bilgisine başvurmak” yolunu tercih edeceğine, “şüpheli” sıfatıyla soruşturma başlatılıyor? Niçin, bu kadar önemli bir adımdan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın haberi olmuyor?

Kısacası, “mızrak çuvala sığmıyor”.

Haberin Devamı

Bilime aykırı safsatalar

Aylardır, saçmasapan, temelsiz, hiçbir tarih, siyasal bilim ve sosyoloji ölçüsüne sığmayacak biçimde bir kurgu yapıldı; o da PKK’nın Ergenekon’un bir parçası olduğu, zaten PKK’yı MİT’in kurdurduğu ve KCK’nın MİT üzerinden Ergenekon’un bir parçası olduğu.

Bunca yıldır PKK’nın MİT’le, askerlerle, bir yığın devlet kurumu ve yetkilisiyle ilişkisi olmuştur, Kürt sorununun o veçhesinin bir yığın karanlık tarafı bulunduğu kuşkusuzdur.

Ama ortaya çıkışı 40 yıla yaklaşan, 30 yıldır silahlı mücadele yürüten ve Türkiye’nin milyonlarca Kürt vatandaşı üzerinde psikolojik ve siyasi nüfuzu bulunan bir örgütü, MİT’in bir “piyonu” olmanın ötesinde görememek ve Ergenekon’la izah etmek inandırıcı geliyor mu?

Konuya böyle yaklaştığınız takdirde, Türkiye’de devleti hedef almış olan bir silahlı mücadeleyi devletin gizli istihbarat örgütünün yönettiği ve yönlendirdiği sonucuna varırsınız. Zaten oraya varıyorlar.

Böyle bir sav, doğru olabilir mi? Bu savın geçerliliği olabilir mi?

Öyle olsa bile, MİT’in yeniden yapılandırılması işlevini üstlenen Hakan Fidan’ın nasıl “şüpheli” sıfatıyla soruşturma kapsamına alınması girişimini siyaseten ve hukuken meşru görebilirsiniz ki?

Tayyip Erdoğan’a Kürt sorunu ve PKK konusunda epey bir süredir bu anlayış “kılavuzluk” ediyordu. Kantarın topuzu kaçtı. Siyasi otorite de harekete geçti.

Siyasi otorite, bu krizi aşmak için MİT yasası ve CMK’nın iki maddesi üzerinde değişiklik yapmanın ötesine gidemezse, kriz dönüp tekrar Tayyip Erdoğan’ı bulur. Bugüne dek hep öyle oldu. Bugüne dek, Tayyip Erdoğan’ın kaale almadığı uyarılarımızın özü değişmedi.

Ama bugün –sözlük anlamıyla bugün- siyasetin meşruiyetini polis-yargı eksenine karşı korumak zorundayız.

Yazarın Tüm Yazıları