Veda fotoğrafı olmayan göçmenler

BERLİN
5 EKİM akşamı Türkevi’nde bir sergi açıldı.

Haberin Devamı

Sergiyi yazdım.
“Göçün 50 Yılı”
O günleri yaşayanların öykülerini onların ağzından dinledim.
Gelişlerini, yerleşmelerini ve yaşadıklarını anlattılar.
Hangi bedeller ödenerek bugüne gelindiğinin öyküsü elbette çok etkileyici, çok şaşırtıcı.
O insanların öyküsünü dinlemek ve okumak, göçmen/göçmenlik üzerine tanıklıkların canlılığını gösteriyor.
Burada bu noktaya açıklık getireceğim.
İsteyerek, hayal ederek, yeni bir yaşam umuduyla buraya gelenlerin öyküsü elbette ilgi çekici, renkli.
Onları okurken, fotoğraflara bakarken, mecburi sürgünleri düşündüm.
Ülkenizde barınamıyorsunuz.
Salt düşüncelerinizden ötürü istenmiyorsunuz.
Yazdıklarınız ya da siyasal inançlarınız yüzünden yad ellerde yaşamaya mahkûm ediliyorsunuz.
Acıtıcı örneklere Nâzım Hikmet’le başlayalım.
Kaçamayanlar, burada kalmanın cezasını, bedelini hapishanelerde ödediler.
Sürgünlüğün zorluğu, ömür törpüsüydü.
Rıfat Ilgaz, A. Kadir gibi.
Kaçarken öldürülen Sabahattin Ali gibi.
Ya da Kemal Tahir, Aziz Nesin, Vedat Türkali gibi.
* * *
BENİM kuşağımdan sürgünlerin durumunu, bireysel tarihimin kara sayfalarına not düştüm.
Demir Özlü, Deniz Kavukçuoğlu, Ataol Behramoğlu, Nihat Behram, Dursun Akçam, Zülfü Livaneli.
Vedat Türkali’yi, Dursun Akçam’ı, Fakir Baykurt’u, Aysel Özakın’ı anımsayın.
Hepsi edebiyatın ustasıydı.
Ülkelerine, nice badirelerden, nice haksızlıklardan sonra dönebildiler.
Gönüllü göçmenlere bakarken, gönülsüz göçmenleri ve vedalaşmadan gidenleri gözümün önüne getiriyorum.
Sirkeci’de trene binerken vedalaşanlar gibi fotoğrafları yok onların...
Mecburi sürgünün resmi yok, fotoğrafı yok.
Göçün 50’nci yılında bunları düşündüm.
Sartre’ın kitabının adı Mezarsız Ölüler, ben de onları ‘hayatlarında veda karesi olmayanlar’ diye nitelendiriyorum.
Yurtdışında, kitap fuarlarında, edebiyat toplantılarında görüşebildik onlarla.
* * *
ÖYLE bir sürgünlüğü anımsamak istemiyorlar.
Göç denilince bu çağrışımlar kapladı zihnimi.

Yazarın Tüm Yazıları