Demokratik çözüm ufku kayboluyor

SON KCK gözaltı dalgasının, büyüklüğü, zamanlaması ve basında çok geniş bir yelpaze içinde yarattığı tepkiler itibarıyla Kürt sorununda son dönemdeki en önemli kırılmalardan birine yol açtığını söyleyebiliriz.

Bu kırılmanın, Kürt sorununa dönük algılar açısından 25 Aralık 2009 tarihinde Diyarbakır’da gözaltına alınan BDP’lilerin kelepçelenmiş görüntüsünün yol açtığı türde izler bırakması kaçınılmaz gözüküyor.
BDP GRUBU ZOR DURUMA DÜŞTÜ
Önce operasyonun zamanlamasıyla başlayalım. Tespit edilebildiği kadarıyla 150 kişinin üstüne çıkan gözaltıların, BDP grubunun Meclis’e dönme kararı alıp cumartesi günü Genel Kurul’da yemin etmesinin üzerinden daha 48 saat bile geçmeden gerçekleştirilmiş olması düşündürücüdür.
BDP grubu, tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmasına ilişkin elle tutulur hiçbir güvence almadığı halde geri adım anlamında bir hareketle boykottan vazgeçmiştir. Bu adım, Kürt sorununda yokuş aşağı gidiş halinin kontrol altına alınabilmesi açısından bazı beklentilere yol açmıştı. Bu iyimserlik boşa çıkmıştır. BDP’ye TBMM’ye girmesi yönünde çağrıda bulunan kesimler şimdi büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor.
Son gözaltı dalgası, öncelikle BDP’li milletvekillerini zor bir duruma sokmuş, gerilimin aşağı çekilmesinde bir rol oynayabilme marjlarını, hatta bu yönde bir başlangıç yapabilme şanslarını bile ortadan kaldırmıştır. BDP’li milletvekillerine Meclis’e dönmemeleri yönünde baskı yapan sertlik yanlısı kesim ise muhtemelen haklı çıktığını düşünmektedir.
Burada kaygı verici olan, ortaya çıkan durumun BDP’nin yeni anayasa çalışmalarına yapabileceği katkıyı, TBMM’de geniş bir uzlaşı oluşturma çabalarını sekteye uğratması ihtimalidir.
BARIŞÇI ÇABALAR SEKTEYE UĞRAYACAK
Son operasyonun 3 yıldır küçük dalgalar halinde ancak süreklilik içinde devam etmekte olan gözaltı ve tutuklamalarla zaten bunalmış olan BDP örgütüne ağır bir darbe vurduğu, genel bir dağınıklığa yol açtığı, partinin nefes almasını zorlaştırdığı kesin. BDP’nin bazı yerleşim merkezlerinde il ya da ilçe örgütlerini oluşturmakta zorlandığı biliniyor.
Bu durumun önlenemez bir sonucu, Kürt hareketinin demokratik siyaset zemini üzerindeki yaşam alanının daralmasıdır. Dolayısıyla, Kürt sorununu yeniden içine girdiği şiddet sarmalından çıkarıp çözüm çabalarını siyaset zeminine kanalize etme yolundaki barışçı çabalar, bu yöndeki umutlar felce uğrayacaktır. PKK içinde şiddetin diliyle konuşmaya devam etmek isteyen çatışmacı grupların bu durumdan ziyadesiyle istifade edecekleri izahtan varestedir.
BDP’nin bu şekilde geriletilmesinin en büyük sakıncalarından biri, hareketin tabanını oluşturan Kürtlerin azımsanmayacak bir kesiminde Türklerle bir arada yaşama duygusunu, iradesini zedelemekte oluşudur. Maalesef, bu psikoloji Kürtlerin özellikle genç kuşaklarında, meşru demokratik zeminlerde Kürt sorununa bir çözüm bulunamayacağı yolunda bir inançsızlığın kökleşmesine yol açarken, gençlerde dağa çıkma eğilimini de yeniden güçlendiriyor.
TOPLUMSAL BARIŞ TEHLİKEYE ATILMAMALI
Son gözaltı dalgasının aslında seçim öncesinde başlayan, seçimden sonra da tam bir ivme kazanan sertleşme sürecini daha da tırmandıracağı anlaşılıyor. Müzakere sürecinin kesildiği, barışçı çözüm arayışlarının durduğu, askeri seçeneğin yeniden ön plana çıktığı, PKK’nın özellikle kentlerde terörü yeniden tırmandırdığı bir dönemdeyiz.
Hükümetin topyekûn bir taarruz stratejisi içinde Kürt hareketinin siyasi kanadına bu darbeyi indirmesinin gerisinde hangi saikler yatıyor? Ankara, gerek BDP, gerek PKK’yı dört bir yandan kuşatıp tam anlamıyla bunalttıktan sonra müzakere masasına üstünlük pozisyonunda dönebileceği bir ortamı yaratma arayışı içinde olabilir mi?
Hükümet, mutlak bir zafer kazanacağı inancıyla böyle bir stratejiyi uygulamaya koymuş olabilir. Ancak bu takdirde en başa dönme tehlikesiyle karşılaşabiliriz. Ayrıca, PKK terörünün ortaya çıktığı 1980’li yılların ortalarından bu yana izlenen güvenlik ağırlıklı politikaların, PKK’yı ortadan kaldırmaya yetmediği gibi Kürt milliyetçiliğinin -üstelik bu kez ülkenin batısında da kendisini gösterebileceği şekilde- güçlenmesine yol açtığını unutmayalım.
Bu nedenle aynı yoldan bir kez daha gidildiği takdirde, bu tercihin Türklerle Kürtlerin bir arada yaşama iradeleri ve Türkiye’de toplumsal barışın geleceği açısından taşıdığı çok büyük riskleri akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Yazarın Tüm Yazıları