Ekimde Göcek

MEĞER Göcek’in en şahane zamanıymış.

Eylül sonu ekim başı.

Haberin Devamı

Artık o yaz telaşı, o yaz kalabalığı, yaz kadınları, yaz adamları yok.
O yakıcı güneş de.
Bir tuhaf hüzün, yalnızlık ve huzur var.
Işık bile değişmiş, tüm Göcek, başka bir renge bürünmüş.
Hem sıcak, hem soğuk.
* * *
Ablamın, eşine doğum günü hediyesiydi, kocasını aldı, birkaç günlüğüne minicik bir tekneye kaçırdı. Son iki güne, beni ve sevgilimi de dahil etti.
İnsanın, kardeşiyle de tuhaf bir tarihi oluyor.
Çok yakınlaştığı ve çok uzaklaştığı zamanlar.
Biz, benden 4 yaş büyük ama baktığınızda kardeşim gibi duran ablam Suna Apa’yla en yakınlaştığımız yıllarımızdayız.
Basbayağı arkadaş olduk.
Ama uzuuuun zaman aldı bu.
Suların durulması, itiş kakışların azalması, hayatlarımızı kıyaslamamız...
Şimdi iki kardeş birlikte, “Ekimde Göcek” kadar huzurluyuz.
O minicik teknenin burnunda güneşlenirken, “Baksana, ben doğduğundan beri Alya’ya şu melodiyi mırıldanıyorum. Nereden hatırladığımı da bilmiyorum. Ne bu?” dedim.
“Annemin bizi uyuturken mırıldandığı melodi...” dedi.
Ne tuhaf! Böyle bir bilgi yok hafızamda ama o melodi var, ne zaman kızımı, hatta sevgilimi sakinleştirmek istesem, ya mırıldanıyorum ya ıslıkla çalıyorum. Sonra enişteme baktım, güle oynaya sevgilimle sohbet ediyordu.
Hey gidi yıllar!
Eniştem de benim için hep Kazım Abi’ydi, hâlâ öyle, eniştem olduğu için değil, o da TAC mezunu, ben hazırlıkken o lise 3’tü.
Ablamla aşk mektuplarını taşırdım. Bizim okulda, bir yıl büyüğüne bile “abi” diyeceksin, sıkıysa deme, görürsün gününü.
* * *
O yüzden bugün bile Kazım diyemem, Keko derim.
Meğer anneler, babalar, sevgililer ve patronlar çıkarmış ekimde denize...
Tevekkeli değil Muhtar Kent’i gördük. Bir hamle yapıp, “Verin artık bana bir röportaj!” diyesim geldi ama ekimde Göcek’te işi kim takar!
Süsten püsten, karmaşadan, itiş kakıştan, aceleden, telaştan uzak bir hafta sonuydu.
Ekimde Göcek kadar güzeldi.

Haberin Devamı

Bayındır İçerenköy Hastanesi Oğulcan’a destek veriyor

Nasıl sevindim anlatamam! Müjdeli haberi Tijen verdi. Bayındır İçerenköy Hastanesi, Tijen ve Oğulcan’ı desteklemeye karar verdi. Konu, Yönetim Kurulu’nda tartışılmış, olumlu karar çıkmış. Önümüzdeki günlerde Oğulcan, evinde biraz sakinleştirildikten sonra ambulansla alınıp hastaneye getirilecek ve anestezistler eşliğinde MR’ı çekilecek. Sonuçların değerlendirilmesine göre, izlenecek tıbbi tedavi tespit edilecek.
Ben de orada olup, gelişmeleri sizinle paylaşmak istiyorum.

Haberin Devamı

Üç boyutlu fotoşop etkisi

TRUMP Towers’ta ev yapacağız onunla.
Ne havalı cümle değil mi?
Hemen üzerine atlamayın, benim Trump’ta ev alacak kadar param yok.
Keşke.
Bu, başka bir proje.
İçinde benim de olduğum birtakım insanları seçmişler, ülkenin en şahane mimarlarıyla eşlemişler.
“Kafanıza göre ev yapın, döşeyin” demişler.
Nereden mi?
Mudo Concept’ten.
Taviloğlu ve Trumpçıların işbirliği.
Sanırım herkese de açık olacak, girip dolaşılabilecek.
İşte benim eşim de, Mahmut Anlar.
Meslek hayatı başarılarla dolu bir mimar, kafalarımız da uyuyor, ballıyım yani.
* * *
O projenin detaylarını sonra anlatırım.
Şimdi Mahmut’un bana hediyesinden söz etmek istiyorum.
“Bunları sana aldım” dedi, elinde bir poşet.
Kibar adam, zarif adam.
Hediye alan çocuk gibi sevindim.
“Ne bunlar?” dedim.
Gülümsedi, “Üç boyutlu fotoşop” dedi.
Önce anlamadım.
“Nasıl yani?”
“Bir arkadaşımın üzerinde gördüm” dedi, “Hani fotoğrafta, fotoşop yapıp, insanı iki boyutlu inceltiyorlar ya, ama bunu giy, üç boyutlu inceliyorsun...”
“Nedir ki bu?” dedim.
“Çok faydalı bir külotlu çorap” dedi, “Popoyu kaldırıyor. Bacakları inceltiyor. Bedene form veriyor...”
Böyle bir şeyi duyan her kadın gibi, gözlerim parlayarak, “Yok ya!” dedim.
Mahmut devam etti: “Bir kız arkadaşımı gördüm. Ya sen ne yaptın kendine dedim, yağ mı aldırdın, deli gibi spor mu yaptın, resmen daralmışsın. Arkadaşım, muzip muzip güldü, hayır şekerim giydiğim külotlu çorap sayesinde dedi.”
* * *
Eve nasıl gittiğimi, kalbim çarparak heyecan içinde nasıl çorapları bir bir denediğimi hatırlamıyorum.
Ama evet...
Haklıymış...
Gerçekten işe yarıyormuş...
Alt tarafı normal siyah ince çorap, ama yukarıya çıktıkça korseleşen ve vücudu toplayan bir şey.
Haliyle popo da kalkıyor.
Bir sürü de rengi var.
Hemen Mahmut’u aradım.
“Kim bu kız arkadaşın?” dedim.
Önce lafı dolandırdı, ben ısrar edince, tepesine binince söylemek zorunda kaldı.
“Esin Maraşlıoğlu, o getiriyor bu çorapları.”
Markası Oroblu, Akmerkez’de satılıyormuş, gerçekten benim çok işime yaradı. Bu hizmet haberini acilen size ulaştırmayı bir borç bildim.

Haberin Devamı

Esin Maraşlıoğlu’yla Brezilya poposu yapan çoraplar üzerine

Tabii yemedim içmedim, Esin Maraşlıoğlu’nu aradım. İtalya’da yakaladım. Telefonda minicik bir röportaj yaptım.
* Bu çorabı nasıl keşfettin?
- Yıllar evvel İtalya’da. Acele bir yerlere gitmem gerekiyordu. Şöyle toplayan, şık, seksi yapan bir çorap arıyordum. Bunu buldum. Ve vuruldum. Ondan sonra, dünyanın neresine gidersem gideyim, bu çorabın peşine düştüm. Çünkü ayak ucundan bele kadar ince korse gibi sarıyor. Bacağı taş gibi yapıyor. Resmen hileli bir çorap. Oroblu da dünyanın en büyük çorap üreticilerinden biri zaten, bir sürü markası var. Kendi adını taşıyan biri iki tane, bu onlardan biri...
* Sonra da getirmeye mi karar verdin?
- Zaten Akmerkez’de çorap dükkanım vardı. Ben aslında şu kafayla iş yapıyorum: Neye ihtiyacım varsa, ben onun peşine düşüyorum. Geçen Mayıs’ta dedim ki: “Popoyu tak gibi kaldıran şu çoraplardan getireyim...” Ve yaptım.
* Tekstilden ağzın yanmadı mı...
- Tekstilden tam olarak hiç kopmadım ki. Akmerkez’deki Stefanel hâlâ benim. Ben üretim yapmaktan vazgeçtim. Gerek yok, dünyada o kadar güzel şey var ki, niye uğraşayım? Çorap meselesine gelince, sadece çorap değil, kadınlar için hileli başka şeyler de getiriyorum. Gel dükkana göstereyim. Küçük elbise gibi korseler var mesela, beline, popona şak diye yapışıyor. Artık bu yaştan sonra hayatımı kolaylaştıracak şeylerin ve konforun peşindeyim. Kadınlara da bunu sunmak isterim.
* Giyince şahane duruyor da, çıkarması zor olmuyor mu?
- Yok ayol. Üstelik kolay kolay kaçmıyor da. Bir yere takmazsan tabii...

Yazarın Tüm Yazıları