Erdoğan uluslararası sistemi sallıyor, ancak...

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta BM Genel Kurulu’na katılmak üzere gerçekleştirdiği New York gezisi, belli ki, daha uzun bir süre Türk dış politikasıyla ilgili tartışmalarda önemli bir yer tutacak.

Başbakan Erdoğan’ın Genel Kurul’a hitabı da dahil olmak üzere burada yaptığı bütün konuşmalarda ve ikili temaslarında verdiği mesajları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde karşımıza çıkan tabloyu şöyle okuyabiliriz:
DEVAM EDEN SÖMÜRGECİ ZİHNİYET
Mısır, Libya ve Tunus’ta estirdiği rüzgârın ivmesiyle New York’a gelen Erdoğan, Türkiye’nin uluslararası politikadaki konumunu, Arap Baharı coğrafyasında icra ettiği etki üzerinden güçlendirmeye çalışıyor. Bu ana temanın Erdoğan’ın bütün konuşmalarına yerleştiğini belirtebiliriz.
Erdoğan’ın New York gezisinin zirve noktasının BM Genel Kurulu’ndaki konuşması olduğu tartışma götürmez. Bu konuşma her şeyden önce uluslararası sisteme dönük eleştirilerin esirgenmediği içeriği ile hatırlanacaktır.
Burada BM’nin kendisinden beklenilenleri yerine getiremediği, uluslararası toplumun ihtiyaçları karşısında acz içinde kaldığı, belli ülkelerin çıkarları ve vesayeti doğrultusunda çalıştığı, örgütün bütün insanlığın hukukunu korumak üzere yeniden yapılanması ve vizyonunu yenilenmesi gerektiği yolundaki tespit ve eleştirileri, o çatı altında ilk kez söylenmemekle birlikte doğru ve yerindedir. Fark, kuvvetli bir belagatle ifade edilmiş olmasıdır.
BM çatısı aslında pek söylenmeyen, ama Erdoğan’ın dile getirdiği asıl önemli nokta, “eski sömürgeci-kolonyalist anlayışı” bugün de “menfaatçilikle” ve “milyonlarca çocuğun açlığa muhtaç olarak ölmesini seyretmekle” suçlaması, bu anlayışın günümüzdeki temsilcilerine “barış”, “adalet” ve “medeniyet” gibi değerler üzerinden “vurması”dır.
Buradaki eleştirilerinin Batı dünyasına gittiğini söylemek herhalde hata olmaz.
ÜÇÜNCÜ DÜNYA’YA SÖZCÜ OLMAK
Erdoğan’ın konuşmasına bakıldığında, büyük ölçüde 1960’larda ve 1970’lerdeki sol hareketlerin ve “üçüncü dünyacılık” ideolojisinin uluslararası sistemin işleyişine dönük olarak kullandıkları hâkim dili görüyoruz.
Bu haliyle Erdoğan yalnızca Ortadoğu halklarının değil, genelde uluslararası sistemde kendini dışlanmış hisseden az gelişmiş ya da gelişme yolundaki bütün ülkelerin sözcülüğüne soyunan bir üçüncü dünya lideri kimliği ile çıkıyor karşımıza.
Bu haliyle siyasete başlangıç döneminde kendisini sınıfsal konum ve de temsil ettiği kültürel kodlar itibarıyla “ötekilerin sesi” olarak ve “müesses nizam”a karşı başkaldırı çizgisi üzerinden tanımlayan Erdoğan’ın, içteki bu duruşunu şimdi uluslararası platforma yansıttığını söyleyebiliriz.
Tezatlar da bu noktada başlıyor. Erdoğan, Ortadoğu için demokratik dönüşüm talebini dile getirip, bütün baskıcı rejimleri insan hakları, otoriterlik gibi başlıklarda sertçe eleştirirken Türkiye’nin bugün Batı dünyasında benzer eleştirilerin muhatabı olması bu tezatlardan birisidir. Örneğin, bu gezisinde de sıkça “otokrasiler”e çatmıştır Başbakan. Oysa Batı basınında da son yıllarda kendisine en çok yöneltilen eleştirilerden biri “otokratik bir yönelişe” girdiği görüşüdür.
ELEŞTİRDİĞİN KONUDA ELEŞTİRİLMEK
Erdoğan’ın keza Suriye’deki rejimi basın özgürlüğü noktasından eleştirmesi, “güdümlü basın”dan şikâyetçi olması da dikkat çekicidir. Ne kadar farklı durumlar olsa da, Batı dünyası da, başta Avrupa Konseyi olmak üzere basın özgürlüğü alanında yaşanan sıkıntılar nedeniyle Türkiye’yi ciddi bir dille eleştiriyor bugünlerde.
Bir diğer konu, baskıcı Arap rejimlerine muhalifler üzerindeki baskıların hafifletilmesi yönünde verilen mesajlardır. Türkiye’de KCK tutuklamalarının tam sürat gittiği bir dönemde başka ülkelere bu yönde yapılan uyarılar boşlukta kalmaktadır. Türkiye, son dönemde Kürt sorununun çözümünde bir iç mutabakat arayışından süratle uzaklaşan bir ülke görüntüsü veriyor. Bu görüntü Türkiye’nin bölgede oynayabileceği rolü ciddi bir şekilde sekteye uğratma tehlikesini taşıyor.
Son bir nokta daha var. Erdoğan BM kürsüsünden uluslararası sistemi sallarken, bu sistemin bir numaralı aktörü ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler başbakanlığının belki de en yakın, en sıcak dönemine girmektedir. Model ortaklığın gelişmesini “mutluluk ve memnuniyet vesilesi” olarak nitelendiren Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama’ya atıfla “Birbirimizin gönlünü yaptığımıza göre, birbirimizi kırmadan bu uluslararası camialar içerisinde bir arada oluşumuz da zannediyorum buna (ortaklığın iyiye gitmesi) zemin hazırlıyor” diye konuşmaktadır.
Buradaki mutedil dilde bir “ironi” yok mu?
Yazarın Tüm Yazıları