Türk-Alman ilişkisinde zorluk ve fırsatlar at başı

BERLİN
BM’ye kayıtlı 193 ülke içinde aralarındaki ikili ilişki Türkiye ve Almanya arasında olduğu kadar girift olan çok az ülke vardır.

İçinden çıkılmaz sorunlarla kaplı ama aynı zamanda her alana yayılan muazzam bir işbirliğini hayata geçiren ve henüz kuvveden fiile çıkmamış bir gelişme potansiyelini de içinde barındıran bu ilişkinin bir benzeri yoktur herhalde.
İlişkinin ne kadar zor ve aynı zamanda ne kadar güçlü olduğunu anlayabilmek için iki ülkenin Cumhurbaşkanlarının geçen pazartesi günkü basın toplantısını izlemek bile tek başına yeteri kadar fikir verici olabilir.
Bir toplantı düşünün ki, Türkiye’nin Ortadoğu’daki dönüşüm sürecinde bir model olarak üstlendiği rolün Türk-Alman işbirliğine nasıl yansıyacağı gibi iddialı bir temayla açılıyor. Konu, ardından AB’nin genişleme perspektifine geliyor, oradan ikili ekonomik ilişkilerdeki etkileyici rakamlara odaklanıyor. Ve sonunda gündem birden Almanya’daki Türklerin uyum sorunlarına atlayıp, çocuk yuvalarındaki yemek mönüsü gibi son derece hayatın içinden bir konuya kadar inebiliyor.
YUVADA DOMUZ ETİ Mİ?
Konu insan olunca, renk unsuru ve sorunlar at başı gidiyor. Örneğin Türk konuk, Türkiye’den Almanya’ya getirilecek eşlerin önceden Almanca öğrenmesi koşulundan şikayetçi oluyor, “İnsanların kiminle evleneceği, çok insani bir konu. Evlenilecek insanın Almanca’yı bilme şartı olması birazcık yaralayıcı...” diye konuşuyor. Abdullah Gül, özetle “Çok ayıp ediyorsunuz” demek istiyor Alman muhatabına.
Biraz önce Türkiye’nin bölgesel rolünü göklere çıkartan Alman ev sahibi, birden katı bir pozisyona kayıyor ve “Almanca öğrenmeden ülkeye gelen bir insanın Alman toplumunun içine giremeyip kendi vatandaşlarıyla paralel bir toplumda yaşadığını gördük. Bu yüzden bu uygulamanın doğru olduğunu düşünüyoruz” sözleriyle geri adım atmıyor. Christian Wulff, Alman disiplini içinde “Çalışıp öğrensinler” mesajını veriyor.
Uyum meselesi gündeme gelince konu dönüp dolaşıyor ve dil öğrenme sorununda kilitleniyor. Türk konuk “Lisan aslında ilkokul ve onun öncesinde yuvada öğreniliyor. Eğer bir Müslüman Türk aile, çocuğunu (yuvaya) gönderirken onun yiyeceklerine dikkat ediyorsa ama burada bir dikkatsizlik varsa yemekleri ona göre ayarlanır ve o garanti onlara verilir. Böyle olunca bütün çocuklar da okula gönderilir” diye konuşuyor. Özetle, “Yuvalarda bizim çocukların önüne domuz eti koymayın ki, gelip sizinkilerle oynayıp Almanca öğrenebilsinler” demeye getiriyor.
MÜŞTERİ VELİNİMETİMİZDİR
Almanya’da bugün 3 milyon Türkiye kökenli insanın yaşıyor olması, çok büyük uyum sorunlarını ama aynı zamanda dördüncü kuşağa kadar ulaşan bu insanların Almanya’da hayatın her alanında yaptıkları katkıları da beraberinde getiriyor. Her halükârda Türkiye kökenliler artık Almanya’nın geleceğinin önemli bir paydası. Bu haliyle Türk-Alman ilişkisinin belki de en stratejik boyutunu insan unsurunun oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Bu ilişkinin bir de cazip akçalı boyutları var. Almanya, Türkiye’nin bir numaralı dış ticaret partneri, 11.5 milyar dolarla ihracattaki bir numaralı müşterisi. Ekonomik işbirliği kendi dinamizmiyle almış başını gidiyor. Örneğin karşılıklı ticaret hacmi 2011’in 6 ayı içinde yüzde 38 büyüyerek 19 milyar dolara çıkmış. Türkiye, dünyanın bir numaralı ihracatçısı olan Alman ekonomisi için çok canlı bir pazar. Tam 4 bin 500 Alman firması faaliyet gösteriyor Türkiye’de.
Bir bu kadar önemli olan, Almanya’nın Türkiye’nin Avrupa’daki geleceği ile ilgili yaşamsal bir rol oynuyor ve oynamaya da devam edecek olması. Unutmayalım ki, 1990’lı yılların ikinci yarısında Türkiye’nin AB’ye tam üyelik adaylığının gecikmesi Helmut Kohl adındaki muhafazakâr bir Alman politikacının ayak sürmesinin sonucuydu; adaylığın kapısı ise sosyal demokrat olan sonraki Şansölye Gerhard Schröder’in destekleyici tutumu sayesinde açıldı büyük ölçüde.
BİRLİKTE ÇALIŞMAYA MAHKÛMLAR
Ve bugün Türkiye-AB müzakerelerinin belirsizlik içinde seyretmesinin nedenlerinden biri de Berlin’de yeniden iktidar koltuğunda oturan muhafazakarların bir kez daha frene basmış olması. Almanya bugün Avrupa’nın en önemli güç merkezi ve tam üyelik konusunda alacağı nihai tutum hem bu kıtanın gelecekteki kimliğini, hem de Türkiye’nin 21’inci yüzyıl Avrupa’sındaki konumunu belirleyecek en önemli faktörlerden biri olacak.
Geçmişte hep stratejik düşünmüş, bu çerçevede hep Doğu’ya bakmış olan Almanya Avrupa sınırları içinde lokal bir oyuncu olarak kalmayacaksa, bir şekilde kendi bölgesinde ekonomik ve siyasi gücüyle başat oyuncu olarak sivrilen Türkiye ile yakın bir ortaklık içinde hareket etmek zorunda.
Özetle hangi dosya olursa olsun, iki ülke de birbirini göz ardı etmek gibi bir lükse sahip değil. İkisi de birlikte çalışmaya mahkûm.
Bu iki ülkenin hem büyük güçlükler taşıyan hem de büyük fırsatlar sunan bu ilişkiyi nasıl idare edecekleri, nasıl bir çerçeveye oturtacakları, önümüzdeki 10-20 yılın belki de en stratejik sorularından biridir.
Yazarın Tüm Yazıları