Lale bu, önce düşler, sonra gerçekleştirir

İkimizin de ortak arkadaşı, sırdaşı, yoldaşı MİM KÁF yıllarca Rumeli Hisarı'nda yaşamıştı.

Bizi de zaten o tanıştırmıştı.

O yıllarda Lale, bale yapardı.

Balerindi.

Öyle adı sanı duyulmamış bir balerin değil, başbalerin.

Kuğu Gölü'nde Kuğu, Gisele'de Gisele.

Bale zor sanat.

Çocukluğunuz, gençliğiniz ayna karşısında bar tutarak, yıpratıcı provalarla geçiyor.

Sonra, çok genç bir yaşta sevdiğiniz mesleği, sahneyi, alıştığınız alkışları bırakmak zorunda kalıyorsunuz.

Yerine ne koyabileceğiniz ise meçhul.

Evde oturamayacağınıza göre, bocalıyorsunuz.

MİM KÁF, yanında Lale, Kuzguncuk'taki eve geldiğinde, o tam da böyle bir dönemden geçiyordu.

Dizindeki sakatlıktan ötürü bir süredir dans edemiyordu.

Hayatını Londra ve İstanbul arasında mekik dokuyarak geçiriyordu.

Canı sıkkındı. Ama ileride ne yapacağına çoktan karar vermişti: Oyuncu olacaktı.

Araştırmış, soruşturmuş, Amerika'da oyunculuk dersleri veren ünlü bir hocanın adresini bulmuştu. Onun peşine düşecek, olur da kabul edilirse, oyunculuğun sırlarını ondan öğrenecekti.

O gün onu, ‘‘hayalperest’’ diye tanımlamıştım. Ne kadar yanıldığımı kısa sürede anlayacaktım.

Amerika'ya gitti.

Bir süre sonra döndüğünü duydum.

Demeye kalmadan ‘‘Düş Gezginleri’’ ile karşımıza çıktı. Atıf Yılmaz'ın o günlerde kıyamet koparan ünlü filmiydi.

Sonra gerisi geldi.

Şerif Gören ile ‘‘Amerikalı’’yı çevirdi.

Bir kez daha Atıf Yılmaz: Bu kez ‘‘Nihavent Mucize.’’

Barış Pirhasan'la ‘‘O da Beni Seviyor’’ ve son olarak Ömer Kavur'la ‘‘Karşılaşma.’’

Bir sinema serüveni.

Televizyonu da yabana atmadı. Kemal Tahir'i, ünlü romanı ‘‘Yorgun Savaşçısı’’nda Tunca Yönder ile çalıştı. Mahinur Ergun'un Artist Palas'ında, Osman Sınav'ın Mavi Düşleri'nde, gene Ergun'la Çatısız Kadınlar ve Nasıl Evde Kaldım'da oynadı.

Arada da tiyatro.

Arada dediğime bakmayın. Şimdilerde varsa yoksa tiyatro.

Kubilay Tuncer ile Açık Tiyatro'yu kurduklarından beri, bu böyle.

İlk oyunları ‘‘Olağan Mucizeler’’ çok ses getirdi.

Türkiye'de ilk kez drama ve illüzyon birlikte yapıldı. Belki de dünyada ilk kez. Bilmiyorum.

Çok beğenildi.

Ama yetmedi.

Edinbourg'a gittiler ve oyunu orada İngilizce olarak oynadılar.

‘‘İngilizce olarak oynadılar’’ cümlesini söylemek de yazmak da kolay ama yapmak zor.

Hem de çok zor.

İngiltere'de tiyatro denince akan sular durur.

En küçük hata, amatörlük, affedilmez.

Eleştiriler acımasızdır.

Perdeyi açmanızla kapamanız bir olabilir.

Ama bir de başarmaya görün; oyunculuğunuz tescillenir.

Koskoca Hollywood yıldızlarının, Dustin Hoffman'ların, Nicole Kidman'ların Londra'ya gelip süssüz tiyatrolarda çalışmaları boşuna değildir.

Edinbourg'dan sonra Londra'dan, iki ayrı tiyatrodan çağrı almışlar. Düşünüp taşınmışlar Soho'dakinde karar kılmışlar.

Gene Olağan Mucizeler'le bu kez Londralıların karşısına çıkacaklar.

Lale Edinbourg serüveni için ‘‘Biraz da cahil cesaretiydi’’ diyor. ‘‘İlk gün perde kapandığında ne yaptığımızın farkına vardım. Dünyanın en acımasız seyircisinin karşısına onların dilinde oynadığımız bir oyunla çıkmıştık. Evet, hocalardan İngilizce diksiyon dersleri almıştık ama... Cahil cesareti işte.’’

Önümüzdeki günlerde Londra'ya gidecekler.

Ama bu arada boş durmuyorlar.

İki oyunları var.

İlki ‘‘Katil Uşak.’’ Lale orada ikiz kardeşleri oynuyor. Ne peruk değiştiriyor ne kılık.

Bir bakışla, bir hareketle, yakasını bir açıp bir kapayarak birbirinin zıddı iki kardeşi canlandırıyor.

İkinci oyun, Kubilay'ın yazdığı ‘‘Muhittin'le Geçen Günlerim.’’

Onu anlatmadı. ‘‘Gel, gör’’ dedi.

Sırada bir de Stephen King uyarlaması var.

Boşuna varsa yoksa tiyatro demedim.

Yemek boyunca oyunlardan söz ettik.

Yaptıklarından, yapacaklarından.

Olanlardan, olacaklardan.

Onu dinledim.

Ve bu kez asla ‘‘hayalperest’’ diye düşünmedim.

Lale bu.

Önce düşler, sonra gerçekleştirir.

Haydar o bomboş iskeleyi aldı nefis balık yenilen bir yer yaptı


- Ziya'nın yerine gidelim.

- Orayı yazdım.

- Poseidon'a gidelim.

- Orayı da yazdım.

Bir yer daha önerdi. Orayı da yazdım deyince ‘‘İyisi mi ben biraz düşüneyim seni arayayım’’ dedi.

Ne o gün ne ertesi gün ses çıkmadı.

Lale Mansur ile yemek yiyeceğiz ama görünen o ki koca İstanbul'da gidecek lokanta bulamıyoruz.

Gidilecek yerlerin seçimini arkadaşlarınıza bıraktığınızda böyle bir sorunla karşılaşıyorsunuz.

Evet, nereye gitsek acaba diye düşünmekten belki kurtuluyorsunuz ama hemen herkes aynı adresleri önerince şaşırıp kalıyorsunuz.

Gidilmesine gidilir de işin ucunda yazmak da var.

Balık mı yenecek? Ya orası, ya burası.

Beyoğlu'na mı gidilecek? Gene aynı şey.

Şunun şurasında yüz kişiyiz, birbirimizi biliriz, genellikle aynı yerlere gideriz hesabı.

İki gün sonra aradığında Lale, Rumeli Hisarı'ndaki İskele Lokantası'nı önerdi.

Olur, dedim ve hemen o akşam buluşmak için sözleştik.

Haydar'ın oraya balık yemeye gideceğiz.

Yabancı bir arkadaşım her İstanbul'a gelişinde buraya yerleşmeye niyetlenir ama bir türlü nerede oturması gerektiğine karar veremezdi. Ona göre İstanbul'da yaşanası hepi topu iki yer vardı. Biri Dolmabahçe'deki Saat Kulesi, diğeri o zamanlar işletilmeyen Rumeli Hisarı İskelesi.

Güler geçerdik.

O ise ısrarla İskele'nin neden boş durduğunu sorardı.

Bilmezdim. İlgilenmezdim de.

Sonra, günlerden bir gün nasıl yapıp ettiyse koca Haydar orayı aldı ve nefis balık yenilen bir lokanta yaptı.

O gün bugün Hisar'daki İskele Lokantası İstanbullu balık düşkünlerinin en gözde adreslerinden biri.

Denizin üstünde oturuyor, Haydar'ın yılların deneyiminden süzerek belirlediği mezelerinizi, balıklarınızı yiyor ve her gidişinizde, İstanbul'da yaşamanın bir ayrıcalık olduğunu hissediyorsunuz.

Hele hele geç öğle saatlerinde yenen yemekler...

Onların tadı başka.

Tek tük masada, birkaç müdavim: Demleniyor.

Yavaş yavaş Boğaz'ın ışığı değişiyor.

Yaşadığınız zamandan kopup başka zamanlara gidiyor, kendinizi ‘‘Kimbilir kimler’’ diye başlayan cümleler kurarken buluyorsunuz.

Bir de rakıyı, balığı, aşkı, kavgayı ve elbette Boğaz'ı seven şairlerin şiirlerini hatırlarken.

İster istemez. Kim istemez?

İşte, İskele Lokantası benim için böyle bir yer.

Üstelik oraya Lale ile gitmenin ayrı bir anlamı da var.

İSKELE LOKANTASI

Rumeli Hisarı Vapur İskelesi

Tel: (0.212) 263 29 97-257 86 97

Rezervasyon: Gerekli. Kalabalık oluyor.

Kişi başı: 50 milyon civarı.


MİM KÁF'a özel DİPNOT:

Oradaysan ve duyuyorsan; evet Lale'yle tiyatrodan, oyunlardan söz ettik ama inan seni es geçmedik.

Hem söyle. Nasıl geçebilirdik?
Yazarın Tüm Yazıları