Başkanlık arayışı yeni anayasayı gölgeleyebilir

SON günlerde Türkiye’nin gündeminde yaşanan önemli bir gelişme, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemi arayışının artık alenileşmesi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile bu başlıkta girdikleri görüş ayrılığının her zamankinden daha belirgin bir şekilde kristalize olmasıdır.

Bu konuda yapılacak bir değerlendirme, Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın yeni anayasanın nasıl bir yöntemle hazırlanması gerektiği konusunda farklı düştükleri gerçeğini de dikkate almalıdır.
ERDOĞAN FARKLI BİR ÇANKAYA İSTİYOR
Başbakan Erdoğan, son Londra gezisinin ortaya koyduğu gibi, başkanlık sistemine geçme arzusunu saklama gereği duymuyor. Başbakan, “bugünün konusu olmadığını” vurgulamakla birlikte, seçim sonrası dönemde başkanlık sistemini hayata geçirebilmek için gerekirse referanduma gidilebileceğini belirtiyor.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde sahip olacağı yetkileri yeterli görmediği, çoğunluk onay makamı olan bir Cumhurbaşkanlığı yerine yürütmenin yetkilerini elinde toplayan bir Çankaya Köşkü’nde görev yapmayı arzuladığı anlaşılıyor.
Başkanlık, bu çerçevede Erdoğan’ın siyasi geleceğine ilişkin stratejisinde tarttığı en önemli seçeneklerden biri olarak beliriyor.
Bu seçeneğin ne ölçüde hayata geçirilebileceği, yeni parlamento aritmetiğinin bir fonksiyonu olacaktır.
SİVİL ANAYASA KONSENSÜSÜ ÇATIRDAYABİLİR
Nitekim Başbakan, Londra’da seçimden sonra şekillenecek parlamento aritmetiğine dikkat çekme ihtiyacını da duymuştur. Erdoğan, “uzlaşma komisyonu güçlü bir şekilde oluşturabilirse, bunun yeni anayasa sürecini hızlandıracağını” düşünüyor. Erdoğan’ın buradaki “güçlü komisyon” ifadesiyle tam neyi kastettiği tam açık değil.
Erdoğan, “Bu başarılamazsa, referanduma gidilebilecek bir tablo çıkarsa bu da işimizi kolaylaştıracaktır” diye konuşuyor. Yani, referandum seçeneğini “işi kolaylaştıran” bir durum olarak görüyor Erdoğan.
Buradan varabileceğimiz sonuç şudur: Genel seçimde iktidar partisinin Meclis’teki milletvekili sayısının 330 ile 367 aralığındaki bir eşikte çıkması halinde, yeni anayasayı uzlaşı aramadan tek başına referanduma götürme seçeneğine Başbakan ciddi bir şekilde kafa yoruyor.
Bir başka deyişle, Erdoğan, geçen eylül ayında anayasa değişiklikleri için izlediği stratejiyi bu kez muhtemelen Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin güçlendirildiği bir yeni anayasanın tümü için deneyebilir.
Ancak bu seçeneğin şimdiden yaratmakta olduğu çok önemli bir sorun var. Bu sorun, Türkiye’nin bir sivil anayasaya olan ihtiyacı ile Erdoğan’ın başkanlık modeline geçme niyetlerinin iç içe geçmesi olasılığıdır.
Başkanlık tartışmasının gölgesi, yeni sivil anayasa konusunda toplumun geniş bir kesiminde var olan mutabakatı çatırdatma potansiyelini taşıyor. Bu çerçevede yeni anayasa Erdoğan’ın başkanlık arzularına rehin düşebilir.
GÜL, ANAYASADA GENİŞ KATILIMDAN YANA
Cumhurbaşkanı Gül ise hem başkanlık, hem de referandum yöntemi başlıklarında Erdoğan’dan oldukça farklı bir çizgide duruyor.
Gül, Başkanlık modeline “mesafeli” baktığını gizlemezken, yeni anayasayı hazırlama yönteminde de referandum yerine mümkün olduğu kadar geniş katılımlı bir süreçten yana tavır alıyor.
Cumhurbaşkanı’nın geçenlerde TÜSİAD’ın 40’ıncı yıl yemeğinde yaptığı ve kamuoyuna yeterince yansımayan konuşmasındaki şu sözlerinin altı çizilmelidir:
“Seçimden sonra sivil bir anayasa yapılabilir. Bunun tek riski metodoloji hatasıdır. Seçimlerden sonra inanıyorum ki hep beraber bir metot hatası yapmadan, herkesi işin içine katarak, katılımcı, herkesin sahiplenebileceği bir anayasa yapılabileceğine inanıyorum.”
Buradaki kilit sözcükler “geniş katılım” ve “herkesin sahipleneceği bir anayasa”dır. Bu kavramlar, yeni anayasayı toplumun yalnızca bir kesiminin sahiplenmesine yol açan referandum yönteminin içerdiği anlamlar ve doğuracağı sonuçlarla taban tabana zıttır.
Yazarın Tüm Yazıları