Tayyip Erdoğan-Mesut Barzani; “Dostum, dostum”....

Bir hesapladım Bağdat’a onuncu kez gitmişim. İlki 1978’deydi, ikincisi 1988’de.

Haberin Devamı

Araya uzun bir süre girdi. Saddam’ın devrilmesinden başlayarak, 2003’den bugüne yedi kere daha gitmişim.

Necef’i ise ilk kez gördüm. Kerbela’yı görmüştüm ama Şiiler’in iki “kutsal kenti”nden “Necef-ül Eşref”i, “Kerbela el-Mukaddes”ten epey bir zaman sonra ilk kez gördüm.

Erbil’e kaç kez gittiğimi saymadım bile. Son beş ay içinde üçüncü kez gittiğimi biliyorum. Erbil’e ilk kez karadan, Habur’u geçip Dohuk üzerinden gitmiştim. Havadan, biri İstanbul diğeri Ankara’dan birer kez gittim. Karadan, Süleymaniye’den, Kerkük’ten, Bağdat’tan, Musul’dan da Erbil’e vardığım oldu.

Hiçbir seferinde bu son kez, Salı günü olduğu kadar “dünya değiştirdiğimi” hatırlamıyorum. Necef’ten bir saatlik uçuşla Erbil’e varınca, “ayrı bir ülkeye” gelme duygusunu birdenbire edindim. “Toprak bütünlüğü” korunarak aynı ülkenin iki önemli kenti, yani Irak’ın başkent Bağdat’ın 160 kilometre güneyindeki silme Şii nüfuslu Necef ile 300 küsur kilometre kuzeyindeki çoğunlukla Kürt, hatırı sayılır oranda Türkmen ve Hristiyan nüfuslu Erbil arasında, insana ayrı bir ülkeye ayak bastığı duygusunu anında veren çarpıcı bir fark var.

Haberin Devamı

Erbil: “Memlekete gelme duygusu”...

Nitekim, daha Erbil Uluslararası Havaalanı’nın şeref salonunda karşılaştığım Irak Kürdistan Yönetimi Eğitim Bakanı Sefin Dizayi’ye “memlekete geldik” diye takıldım. Gerçi, Başbakan Tayyip Erdoğan, Bağdat’ta Irak Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada, belirgin bir “Osmanlı şuuru” ile “Basra’nın, Bağdat’ın, Necef’in bizim için İstanbul’dan, Ankara’dan, Diyarbakır’dan” farklı olmadığını nedeni anlaşılabilir bir vurguyla ifade etmişti ama daha önce hiçbir seferinde Erbil’e varınca farkına varmadığım ve yukarıda anlattığım duyguyu, Necef’ten Erbil’e ayak basınca hissettim.

“Memlekete gelmiş olma” hali, sadece Necef’ten Erbil’e ayak bastığımız ana ait değildi. Önceki gün gazetede yer alan yazımı bilgisayarımdan binbir güçlükle –internet bağlantısı, Tayyip Erdoğan için özellikle alınan güvenlik önlemleri gereği bütün arabaların üzerinde jamming araçları nedeniyle imkansıza yakın zayıftı- geçtikten hemen sonra, Neçirvan Barzani ile burun buruna geldim. Meğer yemeğe geçiliyormuş. Neçirvan Barzani, kolumdan tuttu, yemek masasında bana yer açtırttı. Kürdistan Yönetimi Konukevi’nde Tayyip Erdoğan için düzenlenen uzun yemek masasında buldum kendimi.

Haberin Devamı

Tayyip Erdoğan’ın aklı İstanbul’da oynanmakta olan Türkiye-Avusturya maçındaydı. Mesut Barzani ile birlikte yemek salonunun karşısındaki salona maç seyretmek için geçtiğinde, Gökhan Gönül ikinci golü atmış, Volkan Demirel penaltıyı kurtarmıştı bile.

Mesut Barzani’nin duygulandığı an

Maçın son dakikaları seyredilirken, yemek salonu ile televizyonun bulunduğu oturma odasının arasındaki kocaman kabul salonunun ortasında Devlet Bakanı Zafer Çağlayan piyanonun tuşlarında doğrusu “Burası Huş’tur-Yolu Yokuştur” adlı Birinci Dünya Savaşı türküsünü çalıyordu. Neçirvan Barzani, bunu duyunca derhal bir bağlama getirtmiş ve Başbakanlık Başdanışmanı İbrahim Kalın’ın eline tutuşturmuştu. Meğer, Mesut Barzani, o parçayı çok severmiş.

Haberin Devamı

Neçirvan Barzani, Zafer Çağlayan ve İbrahim Kalın’dan oluşan üçlü, Mesut Barzani ile Tayyip Erdoğan’ın birlikte maç seyrettiği salona geçtiler ve sıkışarak, Tayyip Erdoğan ile Mesut Barzani’nin geniş geniş oturdukları divanın çaprazındaki divana iliştiler. İbrahim Kalın sazı aldı eline, hep bir ağızdan söyledik, “Adı Yemen’dir, Gülü Çemendir, Giden Gelmiyor, Acep Nedendir?” dizeleriyle başlayan türkümüzü.

Mesut Barzani, adeta kendinden geçmişti. Tayyip Erdoğan’a duygulu bir yüz ifadesiyle anlatıyordu; “Babamla birlikte dağlarda savaştığımız yıllarda, benim sürekli birlikte olduğum Cizre’li bir peşmerge arkadaşım vardı. Tüfeğini saz gibi tutar, bu türküyü söylerdi.Şehit düştü. Bu türkünün özel bir anısı vardır bende. Ne zaman dinlesem, onu, o günleri hatırlarım, çok duygulanırım...”

Haberin Devamı

Barzani’nin konukevinde “Sıra Gecesi”...

Mesut Barzani’nin, Erbil’e, yani Irak Kürdistan Bölge Yönetimi’nin merkezine ilk kez bir Türkiye Başbakanı’nın ayak basması nedeniyle “tarihi gün” diye nitelediği ve tüm şehri Türkiye, Irak ve Kürdistan bayrakları donattığı o günün gecesi, adeta bir “sıra gecesi”ne dönüvermişti. İbrahim Kalın, bağlamanın tellerine dokunmaya devam etti, yine hep bir ağızdan “Dostum, Dostum” türküsünü seslendirdik Türkçe.

Düşündüm, taşındım; nerede olabilirdi bir Türkiye Başbakanı ile farklı bir egemenlik alanının lideri arasında böylesine sorgusuz sualsiz doğal yakınlık? Belki, Bosna’da, belki Kosova’da. Başka nerede, nasıl?

Haberin Devamı

Bana kalırsa, Necef’ten Erbil’e ayak bastığımız anda, insanların davranışlarından, hayatın organizasyonuna, Türkiye’li müteaahhitlerin, mimarların, mühendislerin imza attığı şehir estetiğine uzanan alanda hissettiğimiz “memlekete geldik” duygusundan da öteye, “memleketteyiz” duygusunu Tayyip Erdoğan ile Mesut Barzani’nin mırıldandığı “Burası Huş’tur, Yolu Yokuştur” nakaratını söylerken, “Dostum, Dostum” türküsünü hep bir ağızdan söylerken yaşadık.

Yol Haritası: Normalleşme-Yakınlaşma-Entegrasyon

Orasının adı Irak Kürdistanı. “Güvenlik öncelikli” bir dış politikayla, uzun yıllar boyunca, orası Türkiye’ye “hasım bir coğrafya parçası” olarak bilinçaltlarına yerleştirilmek istendi.

Birkaç yıldır, “normalleşme” politikası, Tayyip Erdoğan’ın ziyaretiyle, Mesut Barzani’nin “tarihi gün” nitelemesiyle yakınlaşmaya dönüştü. (Örneğin, Irak ile vizelerin kaldırılmasına dair Türkiye önerisini, buna çok hazır gözükmeyen Nuri el-Maliki’ye Bağdat’ta Mesut Barzani iletecek.)

O günün gecesi, “yakınlaşma”nın da ötesine geçecek olan ve ekonomik altyapısı hazırlanmaya başlayan “entegrasyon”un ipuçlarını verdi.

“Kapanış parçası” ile: “Dostum, dostum”...

 

Yazarın Tüm Yazıları