Basılmamış kitabın davası

ERGENEKON soruşturmasının Ahmet Şık’ın henüz yazmaya devam ettiği kitabına el konulmasıyla ulaştığı absürd ve akıldışı noktada aslında ne söylense boş. Çünkü sözün, kelimelerin, hatta böyle durumların başlıca ilacı sayılan mizahın bile ötesine geçtik bana soracak olursanız.

Haberin Devamı

Ama yeni bir şey söyleyemiyorum diye konudan kopacak da değilim. Gelin size birkaç hikaye anlatayım.
* * *
Birkaç yıl önceydi, o zamanlar yönettiğim Radikal gazetesinde Orhan Pamuk’un bir yazısını bazı yabancı gazetelerle aynı gün yayımlayacaktık.
Bana Orhan Pamuk’un yazının son düzeltmelerini yaptığı söylendi. Derken yayın gününden iki gün önce İstanbul’daki asistanı bir elektronik postayla yazıyı bana ulaştırdı.
Ben bunca yıldır yazılarımı Word isimli programda yazıyorum ama itiraf edeyim bu programın özelliklerinin hemen hemen hiçbirini bilmiyorum. Bana ulaşan Orhan Pamuk yazısı benim alıştığım Word dokümanları gibi değildi.
Yazının ana gövdesinden kırmızı, mavi yeşil renkte çizgiler çıkıyor, dıştaki kutularda yazı üzerinde yapılmış düzeltmeler, silinmiş bölümler, yazarın editöre, editörün yazara notları vs. açıkça gözüküyordu.
Bu versiyonun bana gönderilmesinde bir yanlışlık olduğunu hemen anladım elbette. Böylesi bir metni okuyup düzeltmeleri tek tek takip etmek için yanıp tutuştuğum halde bunu yapmadım. Kendimi başkasının son derece mahrem bir odasına bakacakmışım gibi hissettim, ayıp olur diye düşündüm.
Nitekim kısa süre sonra Orhan Pamuk’tan bir elektronik posta aldım, benden o versiyonu silmemi istiyordu, metni yeniden gönderiyordu. Hemen sildim eldeki mahrem versiyonu.
Mahremdi, çünkü yazarın beyninin içine bakmak gibiydi. Ben oraya bakmak isteyen bünyeme direndim; çünkü yazı veya kitap, bana göre yayınlanmış olandır. Yayın öncesi, henüz yazarın düşünceleridir, mahremdir.
* * *
Arjantin’in dünya edebiyatına armağanı dev yazarlar Jorge Luis Borges ile Adolfo Bioy Casares çok sayıda ortak kitap da yazmış farklı bir ikili.
Rivayete göre bir gün Casares, Borges’e sorar:
“Biz neden kitap yayımlıyoruz?”
Borges’in cevabı nefes kesicidir:
“Sonsuza kadar yazdıklarımızı yeniden okuyup düzeltmeyelim diye onları yayınlıyor, onlarla işimizi bitiriyoruz.”
* * *
Birkaç yıl önce The New Yorker dergisinin elektronik edisyonunda bir ünlü Amerikalı yayınevi editörünün ölümünün ardından, o editörün aslında ne kadar önemli biri olduğunu anlatmak isteyen bir ünlü yazar, kendi öyküsünün kendi kaleminden çıkmış haliyle editörün yaptığı düzenlemeleri tam olarak yayımladı. Adını hiçbirimizin bilmediği editör öyküyü neredeyse yeniden yazmıştı. Müthişti.
* * *
Ben Cumhuriyet’te çalışırken, Nadir Nadi çok ender durumlarda başyazısını kaleme alıyordu, onları da hep elyazısıyla yazardı.
Nadir beyin el yazısı okunaklıydı ama sayfaya tepede tam satır olarak başlar, sayfanın altlarına doğru solda bıraktığı boşluk giderek artar, yani yazı A4 sayfada ters bir üçgen gibi dururdu.
Nadir Bey yazılarını genellikle İlhan Selçuk’a okuturdu ve İlhan Selçuk kendi el yazısıyla düzeltmeler yapardı.
Daha çok, eski kelimeleri ‘Öztürkçe’leriyle değiştirirdi, mesela Nadir Nadi ‘tecrübe’ yazar, İlhan Selçuk ‘deneyim’ diye değiştirirdi.
* * *
Kısacası, adınız Orhan Pamuk da olsa, Borges veya Casares de olsa, Nadir Nadi de olsa, yazdıklarınızı ya siz ya başkası mutlaka değiştirir, düzeltir.
Bana yazmayı annem öğretti. En büyük öğüdü şuydu: ‘Yazdığını tekrar tekrar oku, başkalarına okut, her seferinde düzeltecek bir şey bulursun. Ne kadar çok düzeltirsen o kadar güzel olur yazdığın.’
Ahmet Şık’ın yaptığı da buydu. Henüz tamamlanmamıştı düzeltmeleri, ‘editing’ işlemleri.
Borges’in dediği gibi, basılmadıkça, yazarının elinden tamamen çıkmadıkça kitap hala yazılan, hala düşünce aşamasında olan bir şeydir.

Haberin Devamı

‘Azınlık Raporu’nun kâhinleri İstanbul’da

Haberin Devamı

YAYINEVİNİN basıldığını, henüz basılmamış kitabın toplatıldığını öğrendiğimde aklıma ilk gelen şey bir sinema filmi oldu./images/100/0x0/55eb0ffef018fbb8f8a898a2
Ünlü bilim kurgu yazarı Philip K. Dick’in öyküsünden uyarlanan Minority Report-Azınlık Raporu kabaca şu öyküyü anlatır:
Geleceği gören üç tane ‘kâhin’ vardır, bunlar bilgisayarla insan kırması ‘şey’lerdir. Ve bu üç ‘kâhin’ daha suçu işleyecek kişinin bile yapacağını bilmedikleri eylemleri, özellikle de cinayetleri önceden tahmin ederler, polis de gider çoğu zaman henüz düşünce aşamasına bile geçmemiş ‘suç’ları önler.
Ahmet Şık’ın kitabının başına gelene benziyor değil mi?
Hemen akla gelen bir başka örnek, ünlü İngiliz yazar George Orwell’in 1984’ü. Buradaki düşünce polisini, dil polisini, tarihi geçmişe doğru değiştirenleri vs. unutmak mümkün mü?
1984, dünyanın her yerinde polis devleti uygulamaları, özel hayata müdahale, düşünce özgürlüğüne müdahale tartışıldığında ilk akla gelen kitaptır.
Hemen akla gelen bir başka kitap ve film, ünlü bilimkurgu yazarı Ray Bradbury’nin meşhur Fahrenheit 451 adlı romanı ve Fransız yönetmen François Truffault’nun bundan uyarladığı filmi. Kitabın adı, kağıdın yanma derecesinden geliyor, düşünmenin ve kitapların yasak olduğu bir karanlık dünyanın anlatıldığı romanda kitap yakma sahneleri çok çarpıcıdır.
Önceki gün bu muhabbetleri yaparken bir okurum hatırlattı, “Giderek ‘Biz’e varacağız korkarım” diye.
‘Biz’ Türkiye’de yeterince kadri bilinmemiş bir kara ütopya romanı. Yazarı Yevgeni Zamyatin.
Romanı anlatmaya burada yerim yetmez, zaten doğru da olmaz. Merak edenlere önerim kitabın kendisini okumaları.
Biz, belki Azınlık Raporu hariç bu roman ve filmleri 12 Eylül’ün karanlığında heyecanla okur, içinde kendimizi ve ülkemizi bulurduk. Aradan 30 yıl geçtikten sonra aynı kitap ve filmleri anımsamak fena bir şey.

Yazarın Tüm Yazıları