Türkiye ve bölgede “özgürlük alevleri”...

Eğer “komplo teorileri”ne göre kafamı çalıştıran birisi olsaydım, önceki gün Radikal’e polislerin gelip Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarından Ahmet Şık’ın kitap kopyasının silinmesi işini “Ergenekon marifeti” olarak yorumlardım.

Haberin Devamı

Eğer, Ergenekon soruşturmasını gözden düşürmek, üzerinde şaibe oluşturmak, Ergenekon olgusunu karartmak ya da gölgelemek için şu sırada en etkili ne yapılabilirdi diye biri sorsaydı, bundan daha iyisi akla gelmezdi.

Kantarın topuzunu kaçırmak diye buna derler.

Gelgelelim, kafam “komplo teorisi”ne göre çalışmadığı için, Ahmet Şık üzerinden Radikal’e dayanan “operasyon”un “Ergenekon işi” olmadığını elbette biliyorum.

Sözün durduğu yerdeyiz. Ergenekon davasına daha zarar verecek bir şey yapılamazdı. Polis ve yargı, koca bir kayayı kaldırıp, ayaklarına düşürdüler.

Türkiye’de “düşünce ve ifade özgürlüğünün baskı altında olduğu” ve ülkenin giderek “polis devleti”ne dönüştürüldüğü yolunda içerden desteklenen ve Washington-Tel Aviv ekseni üzerinde Brüksel’i de içine alarak yürütülen kampanyaya, daha mükemmel bir “koz” verilemezdi.

Haberin Devamı

Hem de Ortadoğu Arap halkının bölgenin her köşesinde “özgürlük” için ayağa kalktığı ve Türkiye’nin tümü için esaslı bir “emsal” oluşturacağı bir konjonktürde.

Ve, hem de Türkiye’nin, “tarihi hinterlandı” ve doğal “nüfuz alanı”nda “Fransa inisyatifi”, ABD ile birlikte davranarak savuşturmayı başardığı bir zaman diliminde.

Güvenlik birimleri ile yargının, Türkiye’nin artık bir “kapalı av alanı” olmadığını, “küresel ekran”ın “yüksek pikselli görünürlüğü” olan bir aktörü olduğunu hesap etmeleri gerekiyor. Onların da, yürütmenin de.

Haftabaşındaki yazımızda Türkiye’nin bir “utangaç Kaddafi müttefiki” olarak algılanmaya uygun bir siyasi portre çizmemesi gerektiği konusunda uyarıda bulunmaya çalışmıştık.

Türkiye’nin doğruları

Bu uyarıyı yazarken, iki şeyi biliyorduk, unutmamıştık:

1.    Türkiye, Libya’ya karşı her ne gerekçe olursa olsun, Fransa’nın yaptığı türden –ABD ve İngiltere tarafından desteklenecek olsa bile- “askeri inisyatif” alamaz ve zaten almamalıdır da. Libya dediğiniz yer, 1912’de elimizden çıkan bizim Trablusgarp toprağımızdır.

Yani, yüzyıl önce Libya, vatanımızın bir parçasıydı. Onu Avrupa sömürgeciliği namına pay kapmaya kalkan İtalya’ya karşı, yerel Arap halkıyla birlikte savunmuştuk. İtalya, o Libya’ya karşı askeri harekata başladığında, 12 Ada’ya da asker çıkartmıştı. Libya’yı (Trablusgarp) Balkan Savaşı patlak verdiğinde, “merkez”i kurtarmak uğruna terkettik. Yapılan anlaşmada (Ouchy) Osmanlı Türkiye’sinin Libya’ya İtalyanlara terketmesi karşılığında, İtalyanlar da Oniki Ada’yı terkedecekti. Birinci şart gerçekleşti, ikincisi gerçekleşmedi.

Haberin Devamı

Libya’nın bizim için böylesine bir “arka planı” var. Her ne gerekçeyle olursa olsun, Türkiye, Fransa ile birlikte Libya’ya karşı “askeri harekat”a girişen bir ülke görüntüsü kazanamazdı. Tarih bunu men’ediyor.

2.    Libya’ya karşı bir askeri harekatı başlatamayacak olsa da, Türkiye’nin NATO’ya da karşı çıkması, AB’den gayrı NATO ile de ters düşmesi kabul edilemeyecek bir siyasi pozisyon olurdu.

Böyle bir duruma sürüklenmek; bir yandan Batı dünyası ile köprüleri atmak anlamına geleceği gibi, Libya’ya hiçbir faydası olmayacak ve üstelik Türkiye’nin Arap dünyası üzerinde de etkisini yitirmesine yol açacak bir tercih olacaktı.

Aklımızdan çıkarmayacağımız bir gerçek var ki, o da Türkiye, “yeni Ortadoğu” üzerinde ne kadar etkili olacak olursa olsun, Batı ile kurumsal bağlarını kopartamaz. Kopartmamalıdır. Türkiye, aynı zamanda “Batı dünyası”nda da yer aldığı için “küresel sistem”in “eşsiz” bir oyuncusudur.

Haberin Devamı

Türkiye’nin Libya’ya yönelik harekat sorumluluğunu, Fransa ile dişediş mücadele sonucunda NATO komuta-kontrolüne kaydırtması ve karargahın İzmir olacak olması, doğru ve başarılı diplomasiye ve siyasete işaret eder. Beş Türk firkateyni ile bir denizaltının, TBMM’de tezkere çıkmadan Libya karasularına yol alması da doğru bir hamledir.

 

Ya bombardıman olmasaydı...

 

Bununla birlikte, şu gerçeği de teslim etmeliyiz: Eğer, BM Güvenlik Konseyi’nden 1973 sayılı karar çıktıktan hemen sonra, Fransa’nın başını çektiği bombardıman olmasaydı, Libya’da Kaddafi’nin katliamı şu sıra devam ediyor olacaktı.

Bombardıman, Kaddafi kuvvetleri Bingazi kapılarına dayandığı sırada başladı. Şu anda, söz konusu olan Libya’da ne kadar süreceği belli olmayan bir iç savaştır. Kaddafi’nin kaybetmemiştir ama “tarihi geleceği” de kalmamıştır. Aksi halde, Kaddafi kazanmış ve onunla birlikte, “Ortadoğu statükosu” kanlı başarısını ilan etme fırsatı kazanacaktı.

Haberin Devamı

 

Özgürlük ateşi Suriye’yi de yakıyor

 

Ortadoğu’da Arap halkının “özgürlük” arayışının estirdiği fırtına, şimdi Suriye’ye sıçradı. Ankara’nın bölge politikasındaki en yakın müttefiki, tıpkı Libya liderinin yaptığı gibi halkının kanını döküyor.

Dera’a’da başlayan gösteriler, dünden itibaren Şam’a, Halep’e, Hama’ya, Lazkiye’ye, Kamışlı’ya sıçradı. Tunus ve Mısır’daki “barışçıl geçiş”in yerini Libya ve Suriye’de “kanlı geçiş dönemi” alıyor.

Suriye, Libya’dan çok daha önemli ve ön planda bir ülke. Türkiye için de siyaset ve diplomasi açısından çok daha sıkıntılı günler geliyor.

 

Irak’ı bir daha düşünmek

 

Başbakan Tayyip Erdoğan ise yarından sonra Irak’a ve Irak Kürdistanı’na gidiyor. Irak’ta 1991’de yarım kalan, 2003’te hedefine ulaşan “değişim”i, Ortadoğu’nun diğer köşeleri farklı biçimlerde, şimdi yaşıyor.

Haberin Devamı

Irak’ta olan tarihi anlamda “doğru muydu yani” diye sorduğunuzu işitir gibiyim.

Öyle olduğunu hep savundum.

“Neden öyleydi?” ve “Ortadoğu’nun yeni yönü nedir?”

Yarın, öbürgün, daha öbürgün; bunları yazacağız.

Yazarın Tüm Yazıları