Erdoğan’ın Libya krizindeki seyir defteri

TÜRKİYE’nin Libya’daki iç savaş karşısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından ifade ettiği resmi politikası nasıl bir seyir izledi?

Bu konuda yapılacak her analiz, kuşkusuz Başbakan Erdoğan’ın 1 Şubat tarihli grup konuşmasına atıfla başlamak durumundadır.
Başbakan, Kahire’deki direnişin en kritik döneminde yaptığı bu konuşmada “Türkiye’nin demokrasi, adalet ve özgürlükleri bütün bölge halkları için istediğini” söyleyerek ilkesel bir tutum almış, ayrıca Mısır halkını demokratik haklarını kullanmaya davet etmiştir.
Erdoğan’ın burada aldığı duruş bütün Ortadoğu ülkelerine teşmil edilebilir. Nitekim sonraki muhtelif açıklamalarında bölge için demokrasi çağrısını tekrarlamış, “Kahire için ne istiyorsak Trablus için de onu diyoruz” diyerek demokrasi talebini Libya’ya da taşımıştır.
KADDAFİ’YE DEMOKRASİ MESAJ
Başbakan’ın doğrudan Libya’daki olaylara dönük en kapsamlı mesajları 22 Şubat tarihli grup konuşmasında yer alıyor. Erdoğan, Libya’da olayların patlak vermesinden yaklaşık bir hafta sonra yaptığı bu konuşmada “Halkların demokratik ve özgürlükler noktasındaki taleplerini göz ardı etme yanlışına düşülmemesi gerekir. Libya yönetiminin böyle bir yanlışın içinde olmaması gerekir” demiştir.
Erdoğan’ın aynı konuşmadaki şu sözlerinin de altı çizilmelidir:
“Halkına şiddet uygulayan, gayri insani yöntemlerle talepleri bastırmak isteyen hiçbir yönetim istikametini koruyamaz, istikrarı sağlayamaz. Biz bölgede hem istikrar, barış, huzur ve güvenlik istiyoruz hem de insani hakların, özgürlüklerin, demokratik taleplerin karşılanması gerektiğini savunuyoruz. Çünkü istikrar bastırmakla, susturmakla, sindirmekle değil, adaletle, hoşgörüyle refahla sağlanabilir. Bundan sonra hakkı hukuku, evrensel değerleri, demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz.”
Görüleceği gibi, Başbakan, Kaddafi’ye a) Henüz başlamış olan muhalif gösteriler karşısında değişim ve demokrasi taleplerini dikkate alması ve b) Gayri insani şiddet yöntemlerine başvurmaması çağrısında bulunmaktadır. Aynı konuşmada “Gazze’nin çocukları, Bağdat’ın dulları, Kudüs’ün kadınları, Bingazi’nin mağdurları için göğsünü gere gere haykıran bir Türkiye var” şeklindeki sözleri, Libya’daki direnişin ana merkezi Bingazi’ye gönderilen sıcak bir mesajdır.
SESSİZLİK POLİTİKASINA GEÇİŞ
Başbakan’ın daha sonraki bütün konuşmalarında sistematik bir şekilde NATO’nun adını da geçirerek, dış müdahaleye karşı çıktığını, ekonomik yaptırımlara da kuvvetli bir dille muhalefet ettiğini görüyoruz. Bununla paralel giden bir tema, Başbakan’ın Batı’nın Libya’yla ilgisinin daha çok petrol kuyularına odaklandığı gibi polemik boyutu da içeren bir söylemi tekrarlamasıdır.
Başbakan’ın bu bağlamda hatırlanması gereken ilginç bir çıkışı, 1 Mart tarihinde Almanya gezisi sırasında “Kaddafi’ye zorla bir şey yaptırılamayacağı, kendisine iktidardan ayrılması için cazip teklifler sunulması gerektiğini” söylemesidir.
Mart ayı başında Libya’daki olayların tam bir iç savaşa dönüşmesi ve ülkenin fiilen ikiye bölgeye bölünmesinden sonraki dönemde Ankara cephesinde genel bir sessizliğin hakim olduğu gözleniyor.
VE KARDEŞ KAVGASI SÖYLEMİ
Bu sessizlik döneminden sonra Erdoğan’ın en önemli açıklaması bu hafta başındaki “Libya’da şiddetin sona ermesi, kardeş kavgasının bitirilmesi için herkes elinden geleni yapmalıdır. Ancak Libya halkının kendi istikametini çizmesine izin verilmeli, değişimin tabii mecrasında akması sağlanmalıdır” şeklindeki sözleridir. Başbakan, “Kardeş kavgası bitmeli” temasını önceki günkü grup konuşmasında da tekrarlamıştır.
Aynı konuşmada Erdoğan’ın “Kardeşler arasındaki vuruşmada hiçbir zaman silah tüccarlarının yanında yer almadık, alamayız” sözlerinin de altı çizilmelidir. Bu, bir bakıma Libya’da çatışan her iki tarafa Ankara’nın yardım yapmadığı mesajının yüklenmiş olduğu bir tarafsızlık politikası duyurusudur.
Ve Başbakan’ın bir diğer önemli çıkışı, Libya liderinin “olumlu adımlar atması gerektiğini” belirttikten sonra Kaddafi ve oğluna “Libya halkının desteği olan, onun tarafından seçilmiş bir devlet başkanı atamasını” önermiş olmasıdır.
Buraya kadar ana hatlarıyla özetlediğimiz bu çizginin ABD ve AB’nin politikalarıyla karşılaştırıldığında Türk dış politikası açısından ne anlama geldiğini yarın değerlendirelim.
Yazarın Tüm Yazıları