Türkiye’nin “garanti belgesi”...

İstanbul’da ilk düzenlenen “Değişim Liderleri Zirvesi”nin hazırlıkları yapılırken, kulağıma “Türkiye’nin Davos’u” diye bir tanımlama çalınmıştı. Benim de “Ortadoğu’da Barış Mümkün mü?” başlıklı oturumunda konuşmacılardan biri olduğum çok geniş uluslararası katılımlı toplantı ilk bakışta öyle bir izlenim veriyordu gerçekten.

Haberin Devamı

İstanbul Kongre Merkezi’nin koca binasının geniş salonları ve koridorlarında dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş, birçoğu tüm dünyada, birçoğu da kendi ülkelerinde ya da meslek alanlarında gayet iyi tanınan konuklara ve organizasyonun özelliklerine bakarak, insan, “Değişim Liderleri Zirvesi”nin “Türkiye’nin Davos’u” olduğuna pekala hükmedebilirdi.
İsviçre’nin karlar içindeki dağ köyünün İstanbul’da görkemli bir binanın içine sokup sıkıştırın, öyle bir şey.
Birkaç yıl önce, Polonya’nın en güneyinde bir dağ köyünde, Karpatlar’ın üzerinde, Slovakya sınırının dibinde bir dağ köyünde Vaclac Havel’den başlayan ünlüler geçidinin katıldığı bir uluslararası toplantıdaydım. Oraya da ‘Doğu ve Avrupa’nın Davos’u” deniyormuş.
Çok yönlü, çok konulu uluslararası toplantılarda Davos metaforunu kullanma ihtiyacı ilginç. İstanbul’daki “Değişim Liderleri Zirvesi”yle ilgili olanı ise biraz “Türk usulu.” Bu, 2009 Ocak ayında “one minute” ile  söze girerek, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e dönüp İsrail politikalarını baştan aşağı sıvadıktan sonra, “daha da Davos’a gelmem” cümlesiyle Davos’u terketmiş olan Başbakan Tayyip Erdoğan ile ilgili.
Tayyip Erdoğan “Davos’a gitmeyecekse, biz de Davos’u Türkiye’ye getiririz” gibi bir anlayışla düzenlendiği seziliyor, “Değişim Liderleri Zirvesi”nin. Tabii ki, Türkiye’nin uluslararası politikada artan görünürlüğü ve iddiasının bir yansıması da.
Batı ile insan hakları-demokrasi polemiği
İki günlük Zirve’nin ilk gününün en önemli konuşmacısı olan Başbakan Erdoğan, Davos’da İsrail’e verdiği ayarı, İstanbul’da Batı’ya demokrasi konusunda bugüne dek görülmemiş tarzdaki eleştirisine taşıdı.
Batı’nın “Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki eylemlere kayıtsız kaldığını” belirterek, “bunun faturasının ağır olacağı” uyarısını yaptı. Tayyip Erdoğan’a göre, “Demokrasi taleplerine kayıtsız kalmak küresel çapta sosyal ve siyasal krizleri tetikleyecektir.”
Ortadoğu’daki değişim talebinin, Batı’dan yeterli desteği bulamadığını ifade eden Başbakan, Amerika’ya yönelik olduğu gayet belli bir eleştiriyi “Irak’ın demokratikleşmesi için gösterilen çabanın bu bölgeler için de gösterilmesi gerektiğini” söyleyerek yaptı.
Ama asıl şu eleştiriyi –zaten öyle olduğunu bilseniz bile- “Başbakan” sıfatı taşıyan birinin ağzından bugüne kadar duydunuz mu:
“Petrol, demokrasi ve insan hakları karşısında asla bir kriter olamaz. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya baktıklarında petrol ve piyasa görenler halkların vicdanında ağır yaralar açmakta, adalet duygusunu tahrip etmektedir.”
Batı’nın eleştirilerine direniş
“Siyasi model” mi değil mi, olabilir mi tartışmaları bir yana, Türkiye’nin Orta Doğu’da bir “moral önderlik” konumuna yerleştiği tartışma götürmüyor.
Türkiye’nin Başbakanı, “petrolün, demokrasi ve insan hakları karşısında asla bir kriter olamayacağını” vurgularken, tam da “demokrasi ve insan hakları” kavramlarının sahipleri tam da “petrol kriteri” üzerinden Libya’daki kan banyosuna sinik bir şekilde göz yumdular ve Kaddafi’nin elinden çıkan şehirleri kan dökerek, kuvvet zoruyla tekrar ele geçirmesine kapıları açtılar.
Türkiye’de “basın özgürlüğü ve demokrasi” kavramları üzerinden yüklenmeye başlayan da onlar;  yüzlerine o kavramları maske olarak geçirmiş olan “Ergenekon ve türevleri”nin yeni “Ağlama Duvarı”.
Daha bir ay önce, kendi İran korkularında ötürü, Türkiye’nin Ortadoğu’ya “model” olacağından söz eden çevreler, şimdi “basın özgürlüğü-demokrasi” kaygılarıyla Türkiye’nin üzerine geliyorlar.
Türkiye’de bir ay içinde rejim değişikliği mi oldu!
Tayyip Erdoğan’ın önceki günkü “İstanbul Davos’u” konuşmasının önemi, bir yandan Batı’ya “Ortadoğu politikası” üzerinden “moral” yani ahlaki bir eleştiri yöneltirken, diğer yandan son bir-iki haftada Türkiye üzerine “basın özgürlüğü-demokrasi” bahanesinin üzerinden gelmelerine karşı sert bir direniş ortaya koyacağının göstergesi olmasından kaynaklanıyordu.
Demokrasi için demokratlarla yürünür
Peki, İstanbul’da “İstanbul Davos’u”ndan bir gün önce Taksim’e tam da bu iddia ile yürüyenlere ne diyeceğiz?
Benim ne diyeceğim belli. “Onları tanıyorum” diyeceğim, “En önde yürüyenler, 28 Şubat’ın en vurucu güçleri idi. Askerden aldıkları talimatlarla Andıç’ı onlar duyurdu, bizi arkamızdan onlar vurdu. Basın özgürlüğü sözcüklerini ağızlarına alamayacak kim varsa, onlar onlardır. Ağızlarında bantla yürüyenleri de tanıyorum. 28 Şubat’ta gözlerini bantlamışlardı.”
Öyleleriyle “basın özgürlüğü” için yürünmez. Aylardır “sivil dikta” söylemiyle Brüksel-Washington arasında mekik dokuyanlar ile demokrasi mücadelesi verilmez.
Washington’da Türkiye’yi “basın özgürlüğü”nün ortadan kalktığı bir “polis devleti”ne dönüştüğünü iddia eden “İsrail lobisi”nin aşırı uçlarına dünkü yazıda dikkat çekmiştik.
O satırları yazdığımız sırada, İstanbul’da Başbakan, sahte gerekçelerle Türkiye’nin üzerine çullanma hesabındaki bu “iç-dış seferberlik”in önüne barikatı koydu, gerilenmeyeceğinin işaretini verdi.
Bundan sonrası, yeni yasal değişikliklere, başta basın olmak üzere, “özgürlükler” alanının daha da genişletilmesi olacak.
Özgürlükler ve demokrasi. Türkiye’nin hem iç ve hem dış politikasında “garanti belgesi” bu iki sözcük...

Yazarın Tüm Yazıları