“Polis devleti” Türkiye karşıtı Tsunami

Yanlış okumadınız; Türkiye için giderek “polis devleti” yakıştırması yapılıyor ve özellikle Amerikan medyası başta olmak üzere, Batı medyasında Türkiye karşıtı bir tür “tsunami” söz konusu.

Haberin Devamı

İstanbul’da “Değişim Liderleri Zirvesi” adı altında, oldukça geniş çaplı bir katılımla uluslararası bir toplantının düzenlendiği bir dönemde, şöyle bir “Türkiye fotoğrafı”nın uluslararası alanda yansımasına ne dersiniz?
“Eski Amerikan büyükelçileri Türkiye’yi bir tür aydınlanmış demokrasi olarak göstermeye ne kadar çalışsalar da, ülke diktatörlüğe kayıyor. Geçen hafta, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kahverengi gömleklileri bağımsız ve eleştirel gazetecilerin evlerine gece yarısı baskınları düzenlediler ve bazılarını gözaltına aldılar. Türkiye, şimdilerde, Sınır Tanımayan Gazeteciler’in basın özgürlüğü endeksinde 178 ülke arasında 138. durumda. Böylece, sıralamada Venezuela, Mısır ve Zimbabve’nin arkasına düşmüş oluyor. Başkan Obaka ve Dışişleri Bakanı Clinton Türkiye’den bir model olarak söz ettiklerinde, Türkiye’nin neyin modeli olduğu sorulabilir. Herhalde, bir demokrasiyi bir polis devletine dönüştürmenin modeli.”
Yazarın sözünü ettiği “Kahverengi gömlekliler”, Hitler’in “SS’leri’ için kullanılır. Bu durumda, Tayyip Erdoğan ile Hitler arasında bir paralellik kurulmuş oluyor. Başbakan Erdoğan için Amerikan basınında Putin benzetmelerine alışıkız ama Putin’likten Hitler’liğe geçişi yeni yeni başlıyor.
Yukarıdaki satırlar tanıdık bir imzaya ait: Michael Rubin. Ergenekon’un son dalga tutuklamaları üzerine “Neo-Con’lar”ın en muhafazakar yayın organı olarak bilinen Commentary dergisine yazdığı yazıdan.
Michael Rubin, Türkiye’ye ve bu hükümete uzun süredir zehir kusuyor. Bin dereden su getirip, El-Kaide ile Tayyip Erdoğan arasında parasal bağlantılar ortaya atmaya da çalışmıştı.
Bu tür sapık zihniyetli kişiler olabilir diyerek geçiştirilecek bir kişi değil Michael Rubin. Birkaç yıl öncesine kadar, askerler, onu Harp Akademileri’nde yapılan her önemli sempozyuma “Ortadoğu uzmanı” diye davet ederlerdi. Şu anda bazıları Ergenekon ya da Balyoz tutuklusu olan bazı yüksek rütbelilerle iyi tanışır.
Ergenekoncuların denizaşırı dostları
Ak Parti ile el-Kaide arasında organik bağ bulmak imkansız olabilir ama Michael Rubin gibi İsrail tutkusu Amerikalılığının bile önüne geçen Amerikalılar ile bizim “Ergenekoncular” arasında “organik bağlar”ın ortaya çıkması hiçte imkansız olmayacak.
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin kötüleşmesinden sonra, Washington’daki “İsrail muhibleri”nin ellerine geçen her fırsatta Türkiye’ye vurmaları için yepyeni ve bir “altın fırsat”ın, Odatv ile başlayan gözaltı ve tutuklama zinciriyle doğduğu anlaşılıyor.
“Ergenekon soruşturması” şayet ilk sinyallerinin alınmaya başladığı üzre, 2000’lerin gerisine, örneğin 28 Şubat dönemine yönelirse İsrail ile resmi yakın ilişkilerin ötesine geçerek yakınlık kurmuş askerler ile İsrail ve İsrail’in Washington uzantıları arasındaki “sacayağı” da, 28 Şubat’ın “medya ayağı” ile birlikte ortaya çıkacak.
Öyle olduğu takdirde ve o vakit, Michael Rubin gibileriyle hangi askerin nasıl ilişkiler içine girdiği bir yana, çok ünlü “basın yüzleri” de ortaya çıkacak. Bu “yüzler”in bir kısmı, Taksim’e doğru “basın özgürlüğü” için yürüyenlerin en ön safındaydı. Azımsanmayacak genişlikte bir “koalisyon” bu.
Batı medyasında berbat fotoğrafı Türkiye
Odatv’nin gerçek işlevinin ortaya çıkartılmasının ve ardından Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmaları, bu tür karanlık ilişki unsurları için“seferberlik ilanı” oldu. Bir gün Ergenekon dalgasının bir “tsunami”ye dönüşerek kendilerini de altına alacağını gayet yerinde biçimde sezen bu çevreler, müthiş bir “kontratak” başlattılar.
Türkiye’nin bir “polis devleti”ne dönüşmekte olduğu, “basın özgürlüğü”nün ayaklar altına alındığı, hükümet karşıtı olan ya da hükümeti eleştiren her gazetecinin tehlike altına girdiği... İşlenen temalar bunlar ve Batı’nın her önemli yayın organında, üstelik başyazılarda kendilerine yer buldular.
Yani, itiraf etmek gerekirse, Türkiye’deki Ergenekon yandaşları, Galatasaray-Taksim arasında kendilerine katılan “yeni yol arkadaşları”ndan da güç alarak, liberal-Batılı zeminlerde gayet başarılı bir performans ortaya koydular.
New York Times, Washington Post, Wall Street Journal, Financial Times, The Economist gibi etkili, nüfuzlu, prestijli bir çok Batılı yayın organında çıkan başyazılar ve makaleler, Michael Rubin’in yukarıda alıntıladığımız yazısından biraz daha ılımlı.
Tabii ki, Avrupa Parlamentosu’nun karar metni de, söz konusu platforma apayrı bir güç ve meşruiyet ekledi.

Haberin Devamı

“Lobi”nin hedefindeki Türkiye
Böylece, Ergenekon tutuklamalarının ulaştığı nokta, Türkiye boyutlarını aşıp, uluslararası çerçeveye oturdu.
“Türkiye’nin tam da, otoriter rejimlerden kurtulmakta olan Arap devletleri için bir model olarak öne sürüldüğü bir sırada, Müslüman dünya’nın önde gelen demokrasisi olma iddiası tehlikeye girdi.”
Bu satırlar, Washington Post’un  başyazısının girişi. Ortadoğu’da “Türkiye” ve “İran modelleri” arasında adı konmamış bir rekabet söz konusu iken, “Türkiye modeli”ni “Türkiye model olamaz; çünkü demokrasi değil polis devleti” söylemiyle Amerika’da gözden düşürmek, devreden çıkartmak isteyen kimler, hangi çevreler olabilir?
Washington’daki o çevreler, Türkiye’den kimler ile buluşuyor acaba?
Konunun, sadece “basın özgürlüğü” üzerinde tehdit tartışmasının ötesine geçmiş, geçirilmiş olduğunu görmek zorundayız.

Yazarın Tüm Yazıları