Ergenekon’da “ikinci Susurluk” tehlikesi...

Ergenekon’u bir “ikinci Susurluk” haline düşürülmesi önlenmelidir. Bu “bağımsız” olduğu her seferinde ve pek de inandırıcı olmayan biçimde vurgulanan “yargı”nın işi değildir. Yürütmenin işidir.

Haberin Devamı

Ergenekon için böyle bir tehlike var. Hep vardı. Başından beri vardı. Ve şimdilerde özellikle var.
Nedim Şener ve Ahmet Şık isimleri üzerinde simgelenen, ve Ergenekon’la ilişkilendirilen son gözaltı dalgasının yol açtığı tehlike budur ve Ergenekon’un bir “ikinci Susurluk” haline dönüştürülmesi, herşeyi, Türkiye’nin demokrasi mücadelesini ve bizzat hükümetin kendisini vurur.
Bundan 15 yıl önce Susurluk, Türkiye’de “derin devlet”in tüm günahlarıyla birlikte ortaya saçılması ve Türkiye’nin devletinin içini yeniden düzenlemesi için müthiş bir fırsat sunmuştu. Her gece, başta İstanbul, tüm Türkiye’de geceleri bir dakikalığına ışıklar yanıp sönmeye başlamış ve “orta sınıflar” demokratikleşmenin omurgası olarak rol almaya başlamışlardı.
Bu gelişmelerin ardından, Susurluk mücadelesi, ustaca saptırılmış ve Susurluk-karşıtı eylemler olan-bitene “glu glu dansı” demek gafletinde bulunan Başbakan Necmettin Erbakan’a karşı “laiklik adına şeriatçılığa dur” deme mücadelesine dönüştürülerek, “28 Şubat Süreci”nin yani “Postmodern Darbe”nin zemini döşenmişti.
Susurluk-Ergenekon: Benzer süreçler
Susurluk, anlamlı bir sonuca ulaştırılamadığı gibi; Refahyol hükümeti de 28 Şubat postmodern darbesi ile bertaraf edilmişti.
Ergenekon soruşturması ve yargılaması başladığı vakit, çokları, Susurluk deneyimini hatırda tutarak, “Bundan bir şey çıkmaz” diye dudak bükmüşlerdi.
Oysa Ergenekon, sonuncusu Balyoz davasının konusu olan darbe planlarının, Danıştay saldırısının ve nice kanlı bombalama girişimlerinin ardı ardına ortaya saçılmasıyla dallanıp budaklanmış ve Susurluk’un akıbetine uğramayacağı kanaati güçlenmişti. Ta ki son dalgaya, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın gözaltına alınmasına kadar.

Haberin Devamı

Ergenekon soruşturması ta en başından beri devletin içinde, başta güvenlik kuruluşları, kıyasıya mücadeleyi, bir iktidar mücadelesini tetikledi. Silahlı Kuvvetler’in içinde de, polisin içinde de.
Ergenekoncular, karartma yapmak ve sulandırmak için tüm güçleriyle, anlaşılabilir biçimde, direndiler.
Birkaç yıldır devam edegelen bu süreçte, “medya ayağı” –darbeciler için her vakit olduğu gibi- hayati önem taşıdı.
Nedim Şener ve Ahmet Şık: Yanlış adres
Evet, Ergenekon’un bir “medya ayağı” vardı ve bu bugüne dek tümüyle ortaya çıkartılmadı. Ortaya çıkartılmamış olması, olmadığı anlamına gelmiyordu elbette.
Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın gözaltına alınmasına uzanan dalga, sıranın “medya ayağı”na ulaşıldığı anlamına geliyor mu?
Hayır. Sorun tam da bu zaten. Ergenekon’un “ikinci Susurluk”a dönüşmesi tehlikesi tam da burada.
Çünkü, Nedim Şener ile Ahmet Şık isimlerinin “Ergenekon terör örgütü” üyeliği ile yanyana gelmeleri imkansız görünüyor. Niçin öyle görünüyorim? Bir dizi somut veriden ötürü. Onların isimlerini, Ergenekon faaliyeti ile yanyana getirmenin imkansızlığına işaret eden çalışmaları, yayımlanmış kitapları var.
Nedim Şener, “Hrant Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” ve “Kırmızı Cuma-Hrant Dink’in Kalemini Kim Kırdı?” adlı kitaplarıyla, eksik de olsa Hrant Dink cinayetinin perde arkasına ışık tutan önemli katkılarda bulundu. Devletin içindeki “ihmal” ve hatta “suç’a parmak bastı. Ahmet Şık’ın Susurluk ve Ergenekon ‘a ilişkin çalışmaları ve kitapları, kendilerine yönelen soruşturmaya peşinen gölge düşürür nitelikte.
Her iki ismin, Ak Parti iktidarına ve Fethullah Gülen akımına karşı oldukları bir sır değil. Ama bu suç değil. Hal böyle olunca, sabaha karşı  evlerinin basılması ve gözaltına alınmaları, “muhalefet hakkı”na ve “basın özgürlüğü”ne karşı bir girişim olarak algılandı ve haliyle muazzam bir tepki çekti.
Dolayısıyla, Ergenekon’un sulandırılmasına, sanki Ergenekon hayali, haksız bir soruşturma konusuymuş ve basın özgürlüğüne karşı olanların bir icadıymış gibi, konunun sunulmasına çanak tuttu.
Ergenekon’un “ikinci Susurluk” haline dönüştürülmesi tehlikesi işte tam burada ortaya çıktı.
Saptırılan “basın özgürlüğü” duyarlılığı
Ergenekoncular ve Ergenekon’u karartma ve sulandırma lobisine gün doğdu. Bunu, dün Ankara ve İstanbul’daki protesto gösterilerinde açıkça gördük.
Ankara’da, 27 Nisan e-muhtırasını hararetle destekleyen, “Ergenekon avukatı” CHP milletvekilleri ön saftaydı. Aydınlık gazetesinin pankartları altında. İstanbul’da 2007’nin Cumhuriyet mitinglerini andıran bayraklar ve yine Aydınlık gazetesi “Ergenekon yalanı” pankartlarının altında, “Fethullah’ın itleri, Susturamaz bizleri” sloganları.
Kamuoyunda uyanan “basın özgürlüğü” duyarlılığı, Ergenekoncu bir saptırma ile basın özgürlüğü boyutlarının dışına çıkartılarak, “siyasi mücadele”, iktidar mücadelesi hesaplarıyla, bambaşka hedeflere yöneltilmek üzere kaçırılmak istendi.
Ahmet Şık’ın yakın arkadaşlarından biri, “Ahmet Şık, İşçi Partisi görüntüsü veren bu protestoyu görse kesin bir çıngar çıkarırdı. Onun olmak istemediği tek yer sanırım şu an Taksim” diye yazdı.
Var mısınız “basın özgürlüğü” adına böyle bir protestoya?
Hayır. Ergenekon tuzağında bizi aramayın, bizi bulamazsınız.
O nedenle, Nedim Şener ile Ahmet Şık’ı gözaltına alan ve gerekçe olarak çok sağlam deliller ortaya koymayan bir yeni “Ergenekon dalgası”na “Konu, yargıya intikal etmiştir. Bakalım ne çıkacak?” diyerek kayıtsız kalamam.
Çünkü, böyle yapılarak, Ergenekon’un “ikinci Susurluk”a dönüşmesi tehlikesi ortaya çıkmıştır.
Ak Parti iktidarında şimdi görev alanların önemli bölümü, Refahyol döneminde “Susurluk tuzağı”na düşürülmüş, sonuçta iktidardan olmuşlardı.
Umarım, aynı suda ikinci kez yıkanmazlar. Maliyeti, en çok, onlar için yüksek olur...

Yazarın Tüm Yazıları