Libya konusunda zor bir karar

LİBYA ’da patlak veren iç savaş ve bu bağlamda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Libya lideri Muammer Kaddafi karşısında izlediği tutum, dış politikada ulusal çıkarların dayattığı tercihlerle ilkesel duruş gereği arasında sıkça ortaya çıkan ikilemi hepimize bir kez daha gösterdi.

Kamuoyunda bu konuda yürümekte olan tartışmanın temelinde, Erdoğan’ın Kaddafi’den geçen kasım ayında Libya liderinin adını taşıyan bir insan hakları ödülünü almış olması da yatıyor.
İHRACAT 10 KAT ARTTI
Bu konudaki ikilemi analiz ederken, önce Türkiye’nin Libya nezdindeki somut çıkarlarını büyüteç altına yatıralım.
Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti, yeni pazarlara açılmak konusunda agresif bir politika izliyor. Bu politikanın en somut sonuç aldığı ülkelerden biri Libya.
İhracatı Geliştirme Etüt Merkezi’nin (İGEME) rakamlarına göre, bugünkü iktidar 2002 sonunda işbaşı yaptığında Türkiye ile Libya arasındaki toplam ticaret hacmi 1 milyar doların altındaydı. Türkiye’nin petrol alımları nedeniyle ithalatı 754 milyon dolara çıkarken, ihracatı 164 milyon dolarda kalmıştı.
Türkiye’nin geçen yılki ihracat rakamının 1 milyar 935 milyon dolar düzeyinde gerçekleşmiş olması, geçen 8 yıl içinde Libya’ya ihracatın 10 kattan daha fazla artırdığını gösteriyor. Libya’dan petrol alımları azaldığı için ithalat 425 milyon dolara düşmüş. Yani, bu ülkeyle dış ticaret dengesi artık Türkiye’nin lehine işliyor.
MÜTEAHHİTLİKTE BÜYÜK SIÇRAMA
Benzer bir durumu müteahhitlik hizmetlerinde de görüyoruz. Libya’nın son yıllarda uluslararası camiayla arasını düzeltmeye başlaması ve başlattığı yatırım hamleleriyle birlikte, bu ülke son 4-5 yıl içinde Türk müteahhitleri için yeniden cazip bir merkez halini aldı. Libya Türk müteahhitleri için Rusya’dan sonra ikinci önemli pazardır.
Son yıllarda yüklenilen müteahhitlik projelerinde önemli sıçramalar ortaya çıkmış. Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine göre, 2003 yılında 106 milyon dolarlık proje üstlenilmiş. Bu rakam sonraki dönemde her yıl istikrarlı bir şekilde artmış, 2007 yılında 5 milyar, 2008’de 2.2 milyar ve 2009’da 3.9 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiş. Geçen yıl bu rakamın 4 milyar dolar düzeyinde gerçekleştiği tahmin ediliyor.
Hepsini topladığınızda 17.2 milyar dolar gibi bir rakam çıkıyor karşınıza.
Sonuçta, neresinden bakılırsa bakılsın çok önemli bir sıçramanın gerçekleştiği ortada. Libya sonuçta toplam 25 bin kadar işçisiyle Türk müteahhitleri için dev bir şantiye haline gelmiştir.
SİZ OLSAYDINIZ NE YAPARDINIZ?
Şimdi zor bir soruya yanıt arayalım. Bu ölçüde köklü ticari çıkarlarınızın olduğu ülke aynı zamanda insan hakları ihlalleri alanında hiç de parlak olmayan bir sicile sahipse nasıl bir politika izlersiniz?
Zor soruyu biraz daha açalım. Türkiye’nin başbakanısınız ve Libya lideri adına konulmuş insan hakları ödülüne layık görüldünüz. Ödülünüzü almak üzere Trablus’ta düzenlenen bir törene davet ediliyorsunuz.
Kabul ettiğiniz takdirde insan hakları ile Kaddafi’nin isminin yan yana gelmesinin yol açacağı bütün sıkıntıları üstlenmek durumundasınız. Bu ödülün siyasi geleceğinizde size hep hatırlatılacak bir konu olacağını biliyorsunuz.
Diğer tarafta, Libya ile ilişkilerde somut sonuçlarını topladığınız belirgin bir patlama söz konusu. Ödülü almadığınız takdirde, muhatabınızı reddedilmiş biri durumuna sokacağınızdan bu ülke ile ilişkilerde yakaladığınız yükseliş eğrisini de tehlikeye atmış olacaksınız.
Erdoğan, gidip ödülü Kaddafi’den almıştır. Başbakan, ödül töreninde yaptığı konuşmada İslam dünyasına bir özeleştiri çağrısında da bulunmuş ve “İnsan hakları, evrensel değerler, demokratik haklar artık gizli kalmıyor, yerele sıkışmıyor. Bize düşen tarihimizden, medeniyetimizden, inançlarımızdan aldığımız ilhamla evrensel insan haklarını herkesten önce, her ülkeden önce kendimizin hayata geçirmesidir” demiştir.
Bu cümleler, bugün Erdoğan’ın mealen “Evet, ödülü aldım ama mesajımı da verdim, demokrasiden söz ettim...” şeklindeki savunmasının da ana dayanağını oluşturuyor. Başbakan’ın iç dünyasında ne hissettiğini ise bilemiyoruz.
Karşımızdaki olay, dış politikada ilkelerle ile maddi çıkarlar arasındaki dengeyi yakalamanın özellikle Kaddafi gibi liderlerin işbaşında olduğu ülkeler karşısında ne kadar zor olduğunu gösteren çarpıcı bir öyküdür.
Sahi siz olsaydınız ne yapardınız? Ödülü alır mıydınız?
Yazarın Tüm Yazıları