Bir heykeli yıkma yetkisi kimindir?

BİR başbakan, bir sanat eserini, örneğin bir resmi ya da heykeli hiç beğenmeyebilir. Beğenmek gibi bir mecburiyeti yoktur.

Hatta, sanata ve yaratıcılığa karşı saygısızlığa vurmayacak ölçüler içinde kaldığı sürece, kendisinin bu eseri beğenmediğini ifade etmesi de hoş karşılanabilir.
Bütün kritik soru şudur: Bir başbakan, kendi evinin bahçesinde olmadığı sürece, beğenmediği bir heykelin yıkılması talimatını verme yetkisine sahip midir? Yoksa değil midir?
DEMOKRASİLER İÇİN BİR ÖLÇÜT
Bu soruya vereceğimiz yanıt, o ülkede demokrasinin niteliği hakkında da bize çok şey söyleyecektir.
Geçen hafta Kars’taki heykeli “ucube”ye benzettikten sonra “Belediye başkanımız görevini süratle yerine getirecektir. Bunu süratle bekliyoruz. İnşallah ilk gelişimizde bunu da göreceğiz” dediğine bakılırsa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisini bu konuda pekala yetkili görmektedir.
Önceki gün Katar’da “heykel yapılmaya başlandığında belediye başkanını uyardığını” söylemiş, “Nitekim Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu da yıkılsın kararı verdi” diyerek, uyarılarıyla bütün bu süreci tetiklediğini, sürece başından itibaren müdahil olduğunu gizlememiştir.
Sanatta neyin estetik olup neyin olmadığı sorusu, kişisel tercihlere, beğeniye göre değişebilen son derece sübjektif bir alanın içine girer.
BİR KİŞİNİN TERCİHİ ÖN PLANA ÇIKINCA
Karşımıza çıkan örnek olayda Başbakan’ın beğenisinin, estetik anlayışının her şeyin üstünde olduğunu görüyoruz.
Heykelin yıkılması sürecinde oynadığı role baktığımızda, onun beğenisi farklı olabilecek başka tercihlerin önüne geçmiştir.
Burada şu potansiyel sorunla karşılaşıyoruz. Başbakan’ın açtığı bu yol emsal haline geldiğinde, noktayı koymak da o ölçüde zorlaşacaktır.
Çünkü, bir kentte heykelin yıkılması yetkisini kendinde gören bir Başbakan, bir başka kente gittiğinde bu kez kent merkezinde yapılmış bir başka sanat eserini ya da fıskiyeyi de beğenmeyebilir ve onun da indirilmesini isteyebilir.
Buradan farklı bir noktaya geliyoruz. Kentlerde heykellerle, sanat eserleriyle ilgili kararların doğrudan başbakanların beğenilerine göre şekillendiği yönetim biçimleri pekala olabilir.
Mesele, bu tür yönetim biçimlerinin hüküm sürdüğü ülkelerin dünya haritasında hangi grup içinde mütalaa edildiğidir.
AÇILAN HANGİ MAKAS?
Aslında Kars’ta karşımıza çıkan tablo hiç şaşırtıcı değildir. Bu tablo, olsa olsa Başbakan’ın bu şekildeki müdahil eğilimlerinin, otoriter mizacının güçlenerek kendini tekrarladığı bir zihniyet kalıbının yalnızca yeni bir tezahüründen ibarettir.
Bu zihniyet, bir gün Kürt çalıştayında toplanan aydınları azarlama hakkını kendinde görebilir. Bir başka gün bakarsınız gazetecilere neyi nasıl haber yapacaklarını buyurmakta ya da köşe yazarlarına ayar vermektedir...
Bu müdahaleci anlayış, giderek toplum hayatı ve özel tercihlerle ilgili alanları düzenlemeye doğru yayılabilir. Örneğin ailelerin kaç çocuk yapması gerektiğinden tutun, içki içilmemesi, bunun yerine meyve yenmesinin daha isabetli olacağına kadar uzanabilir bu yöndeki telkinler...
Bu anlayışın merkezinde, kamu görevlilerinden “benim valim”, “benim başkanım”, kurumlardan “istihbarat örgütlerim” diye söz etmeye kadar varabilen çok güçlü bir “ben” olgusu vardır.
Aslında buraya kadar verdiğimiz bütün örneklerin hepsinde mesele bir Başbakan’ın yetkisinin nerede başladığı, nerede sona erdiği tartışmasıyla ilgilidir.
Bu tartışmada, Batılı anlamda gelişkin bir demokrasideki kabul edilebilir makul sınırlar ile Başbakan’ın kendisine bu anlamda atfettiği yetkilerin genişliği arasındaki makasın bir hayli açılmakta olduğu bir durumla karşı karşıyayız.
Yazarın Tüm Yazıları