İnsanın en küçük formuna dokunmanın mutluluğu

Medikal Park Hastanesi, Bahçelievler...

Sabahın körü...

Haberin Devamı

Karşımda, Operatör Dr. Berra Önsoy Gidemez.
O bana, “Gelin benimle birlikte sezaryene girin, bir bebeğin doğumuna tanıklık edin” diyen doktor.
Farklı biri, hemen anlaşılıyor.
Cerrahpaşa İngilizce Tıp mezunu.
Babası da hekim, eşi de.
Eşi ürolog, “Birlikte ameliyatlara girmiyoruz çünkü kavga ediyoruz” diyor./images/100/0x0/55eb2310f018fbb8f8ad9f0e
Dr. Berra, kendisine bir şeylerin dikte edilmesinden hoşlanan biri değil. Özgür ruh. Dışı kadın, tatlı, yumuşak, dişi, yuvarlak hatlı, saçları omuzlarında, güzel gözlü, makyajlı, siyah elbiseler giyiyor ama içi; başka bir şey... İçinde bir cerrah yaşıyor, cinsiyeti yok o cerrahın, kararlı, ameliyathanede dediğim dedik.
Anne adaylarının yüzde 100 güvenebileceği ama hastanedekiler için biraz ‘zor’ biri. Çünkü ameliyathanede dominant, patron o, bildiğinden şaşmıyor, kimseye de eyvallahı yok.
Görür görmez seviyorum bu kadını.
“Başıma iş aldım” diyor, “Sizin benimle birlikte sezaryene gireceğinizi duyan her kafadan başka bir ses çıktı. Amma çok seveniniz ve nefret edeniniz varmış! Ben kimseye kulak asmadım tabii. Beni hastalarım ilgilendirir. İki anne adayı da itiraz etmedi, hatta sevindiler bile. İkisi de 40’ıncı haftada sezaryenle bebeklerini dünyaya getirmelerinin daha iyi olacağına birlikte karar verdiğimiz hastalarım. Dilerseniz, ikisinin doğumunu izleyebilirsiniz?”
“Bayılırım?”

SEZARYENE GİRİYORUZ

Kafamızda bonemiz, elimizde maskelerimiz ameliyathaneye gidiyoruz?
Ve işte Hilal Kula...
Çok tatlı bir hamile.
25 yaşında. Gayet sakin, hiç de korkmuş bir hali yok.
Makyajlı olması dikkatimi çekiyor, gözünde rimeli, farı var. Dr. Berra “Hastalarımın kendilerini iyi ve güzel hissetmeleri önemli” diyor, “Epidural anestezide hasta uyumayacağı için, makyaj yapmasında da bir sakınca yok. Mühim olan tedirgin olmaması, kendisini bana teslim etmesi.”
Belli ki Hilal, Dr. Berra’yı seviyor, güveniyor, 27 yaşındaki eşi Erdal Kula da bizimle birlikte.
Anestezi uzmanı Dr. Oğuzhan Cücü tarafından son kontrolleri yapılıyor.
Biz hazırız, siz de hazırsanız Hilal’in spinal anesteziyle sezaryenine giriyoruz!
Hilal, üzerinde önlüğü, ameliyathane masasında oturuyor.
Anestezi uzmanı Cücü, ondan sırtını kedi gibi kamburlaştırmasını istiyor.
Ve o anda, omuriliğine iğne yapıyor!
Ağrı yok, sızı yok, tık diye...
Hilal operasyon boyunca uyanık olacak, doğumuna tanıklık edecek.
Epidural anestezide orada bir kateter bırakılıyor ve o kateterden ameliyat sırasında ağrı kesici vermeye devam ediliyor.
Hilal’inki spinal...
Çünkü Dr. Berra hastasının daha çabuk ayağa kalkıp, bebeğiyle ilgilenmesini istiyor.

İNSAN BEDENİ KAT KAT

O da ne!
Karşımda bir göbek dağı.
O dağın içinde Hilal’in bebeği saklı...
Dr. Berra, ameliyat esnasında açıkta kalacak bölgeyi batikonla temizliyor. Diğer her yer, yeşil örtülerle kaplanıyor.
Ve o arada biz de, yani ameliyat ekibi, ‘yıkanıyoruz!’
Yıkanmak, kendini sterilize etmek anlamında, bir ameliyathane terimi ve ritüeli. Elimde eldivenlerim, kafamda bonem, burnumda ve ağzımda maskem, Dr. Berra’nın yanındayım.
Hilal’in belden aşağısı tamamen uyuşmuş durumda.
İşlem, artık başlayabilir.
Yani insizyon... Yani kesi...
Sezaryen da zaten ‘kesmek’ten geliyormuş.
Sezar’la -Jül olan- bağlantısı olduğu söyleniyormuş, annesinden sezaryenle doğmuş çünkü. İngilizce ‘scissors’ yani makas sözcüğü de etimolojik olarak oradan geliyormuş.
Doktor, anne adayı, kocası, ameliyathane hemşireleri, anestezi uzmanı ve ben tatlı tatlı bunları konuşurken, Dr. Berra, Hilal’in karnına çizik atıyor...
Karşımızda, cilt altı.
Sarı, parlak yağlı bir doku.
Kalınlığı, hastanın kilosuna göre değişiyor.
Şimdi de hoş geldin fascia tabakası.
Fascia beyaz.
Onun altında kaslar var, iki tane, rektus kası, kırmızı.
Kaburgaların altından başlıyor, pubise kadar iniyor. İnsanları ayakta tutan kaslar onlar, o yüzden önemli, Dr. Berra onları kesmiyor, kenara itiyor.
Bebeğin çıkabileceği büyüklükte bir ‘delik’ yaratmaya çalışıyor.
O görüntü komik, çünkü hemşire de yardım ediyor, Hilal’in karnını çekiştirip duruyorlar.
Ve bu sefer de açık pembe bir doku çıkıyor karşımıza:
Periton zarı.
Batın organlarını koruyan ince zar.
İnsan bedeni, kat kat, katmanlardan oluşuyor.
En değerli hediyeye kavuşmak için de o katlar, tek tek aralanıyor.
Her biri başka renk.
Ve bu işlemin tamamı büyüleyici...

MATRUŞKA BEBEKLERİ GİBİ/images/100/0x0/55eb2310f018fbb8f8ad9f10

Ve rahim...
Pembemsi, morumsu...
Rahmin de bir peritonu var, o da açılıyor.
Evet, Matruşka bebekleri gibi.
Sonra hooop, idrar torbası aşağıya çekiliyor.
Derken ‘foşşş’ rahim açılıyor...
“Bebeğin içinde yaşadığı su bu işte bu” diyor Dr. Berra.
Ve ve ve bebeğe ulaşılıyor!
Ama fazla heveslenmeyin, görünen sadece bir saç yumağı...
Yine de insan bir hoş oluyor, basbayağı bebeğin başı işte...
Oracıkta duruyor!
Bana ağlama hissi geliyor. Sevinçten.
“Gel dokun” diyor Dr. Berra.
O nasıl muazzam bir duygu...
Nasıl anlatılır bilemiyorum, parmağımın ucu, kafasının derisine değdiği anda içimde bir şey patlıyor sanki.
Kızılderililer gibi dans etmek istiyorum ameliyathanenin içinde.
Müthiş bir coşku bu, hayatın coşkusu, insan hayatının en küçük formuna ulaşmanın sevinci, mutluluğu.
Sonrası, hızlı gelişiyor.
Bebeğin kafasını avucuna oturtuyor ve ‘fluppp,’ çekip çıkartıyor.
Aman Allah’ım, en küçük insan formu, Dr. Berra’nın elinde...
Refleks, annelik refleksi belki, insan hemen birkaç saniye içinde, her şeyi tamam mı diye kontrol ediveriyor. Elleri, ayakları minik... Şahane!
Eskisi gibi bebekleri baş aşağı tutmuyorlar, poposuna şaplak filan atmıyorlar. Öyle şeyler tarihe karışmış.
Biraz bekleniyor, göbeği kesiliyor, o arada tehlike yaratan kordondaki düğümü de görüyoruz.
Hilal’in sezaryen olmasının sebebi o düğüm...
Bebek doktoru ve hemşiresi bebeğin ilk kontrolünü yapıyorlar ve annenin kucağına veriyorlar.
İşte mutluluğun fotoğrafı bu!

MADAM RAHİM’LE TANIŞIYORUM

İtiraf ediyorum?
Bütün bu macera sırasında sizinle paylaşmak istediğim, size anlatmak istediğim biri daha var:
Madam Rahim.
Hilal’in karnında top gibi mosmor bir şey duruyor.
“Tanıştırayım” diyor Dr. Berra: “Rahim...”
Göz göze geliyoruz.
Yemin ederim sanki kendine ait bir aklı varmış gibi bakıyor!
Sanki gözleri de var...
İnsan önünde saygıyla eğilmek istiyor.
Çok ama çok şaşırıyorum.
Rahmi temizliyor Dr. Berra.
Sanki elinde bir bulaşık bezi, o topun içini kuruluyor, artıkları temizliyor.
Yıkama yağlama yani...
Çekinerek dokunuyorum rahme.
Okşuyorum.
Şu yaşıma kadar, penisten sonra dokunduğum en acayip, en etkileyici şey. Belki penisten daha bile etkileyici!
Dr. Berra, “Rahim, şefkat sever!” diyor.
Bir de, bir an evvel iyileşmesi ve eski haline dönmesi için kasılması gerekiyor. Emzirirken mesela, karnınıza bir ağrı girer, meğer bebek memeyi uyarınca kasılırmış rahim. “Ne kadar çok emzirirsen o kadar çabuk eski sağlığına, formuna bir an kavuşursun” demeleri o yüzden.
Aklımı uçuran şey ise, Hilal’in bebeği Işıl’ı ilk gördüğünde de rahminin kasılması.
Diyorum size, aklı var işte!

İKİ HAP KOYUP KAPATIYOR

Dr. Berra, Madam Rahim’i iyice temizledikten ve parlattıktan sonra?
İçine iki hap koyuyor.
Kanamayı azaltsın diye...
“Bu, benim usulüm” diyor. “Herkes yapmıyor?”
Sonra rahmin ağız gibi bir açıklığı var, bebeğin çıktığı yer, orayı dikiyor. Ama o arada bana, bağırsakları, idrar torbasını, rahim tüplerini, yumurtalıkları gösteriyor.
Biliyorum cümleleri böyle okuyunca itici geliyor ama orada öyle görünce resmen büyüleyici!
Çok sevdiğin ama uzun zamandır görmediğin eski arkadaşlarını görmüş gibi oluyorsun!
Ve Madam Rahim’i geri koyuyor.
Şaka gibi!
Tekrar Hilal’in içinde ‘kutsal kase’...
Tek tek her şeyi kapatıyor.
Açtığı bütün tabakaları...
Vay vay vay.
Rahim içeri atıldı. Peritonu, derken kasları örten fascia tabakasını kapattı.
Ve cilt dokusuna geldi.
Geriye, minicik küçücük bir dikiş izi kaldı.
O kadar...
Hiçbir şey olmamış gibi!
“Hilalcim tamamdır, her şey şahane, seninle ve güzel bebeğin Işıl’la yukarıda görüşürüz, biz bir doğuma daha
giriyoruz” diyor.
Sonra bana bakıyor:
“Hadi buyurun?”

GÖBEĞİNİ BEN KESTİM

Bir tane daha...
Bu sefer bir erkek bebek dünyaya geliyor.
Hoş geldin minik Emir Cihan!
Bana diyorlar ki: “Göbeğini siz kesin?”
Bundan daha büyük onur olur mu?
Elime makası alıyorum, içimden “Çok şanslı, çok mutlu ve insanlığa faydalı bir bebek olsun” diyorum ve kesiyorum.
Babası, Berke Ceylan doktor çünkü.
Belki o da hekim ya da bilim adamı olur, kim bilir? Sonra da zavallı çocuğa çok mu şey yükledim diye üzülüyorum.
O da olağanüstü tatlı bir bebek...
Bu işin ritüeli bu galiba, her doğumda insan ağlıyor.
Yine ağlıyorum...
Emir Cihan, sıcacık daha.
İnşallah güzel bir hayatı olur.
O da şimdi annesi Gül Jahan’ın kucağında, mutlu...
‘Kutsal kase’ye yine selam çakıyorum, şefkatle temizlenmesini, kurulanmasını, kompres yapılmasını izliyorum.
Dr. Berra, onu da Gül Jahan’ın içine atıyor, tek tek katları kapatıyor.
Operasyon tamam!
Çıkarken, Dr. Berra’ya sarılıyorum, “Yaşadığım her şey inanılmazdı, çok çok teşekkür ediyorum” diyorum.

HAMİŞ: Bu yazıyı okur okumaz, “Sezaryen doğumu teşvik ediyor” diye saldırana, kafa atarım! Kaç gün bekledim biliyor musunuz normal doğum olsun da, gidip izleyeyim diye. Hâlâ umutluyum, görünce size de anlatacağım. Yarın da Operatör Dr. Hakan Çoker normal doğumun yararlarını anlatacak. O, planlı sezaryene karşı...

SEZARYEN DOĞUMUN FOTOROMANI

41 yıllık ömrümde, aklımı uçuran, her şeyi sorgulamama sebep olan, hatta hafif sıyırmama da neden olan (!), beynimi hallaç pamuğu gibi oradan oraya savuran, aslında varlığımın farkında olmamı sağlayan iki olay yaşadım.
Biri DOĞUM...
Kendi doğumuma tanıklık ettim, içimden bir canlı çıktı, manyak bir şeydi, her ne kadar sıradan bir şey olarak kabul edilse de, her gün milyonlarca kadın doğursa da; hâlâ tarifi olmayan bir ‘mucize’...
Kadının, bebeği, bir midye gibi içinde büyütmesi, sonra ya bacaklarının arasından ya da karnından çıkması?
Annesinin karnında, su içinde yüzen balık gibi bir şeyken, dışarıda ilk aldığı nefesle insanın en küçük modeline dönüşmesi o kadar acayip, o kadar etkileyici geldi ki bana...
Yaşadığımı en çok o anda fark ettim...
Tanrı’nın varlığını da...
Hayat karşısında, ne kadar küçücük kaldığımızı da...
41 yıllık ömrümde, aklımı uçuran, her şeyi sorgulamama sebep olan, hatta hafif sıyırmama da neden olan (!) beynimi hallaç pamuğu gibi oradan oraya savuran, aslında varlığımın farkında olmamı sağlayan iki olay yaşadım...
Diğeri ÖLÜM...
En çok da babamın ölümü, ölüm şekli, morgda onu gördüğüm hali, gasilhaneki huzurlu, gülümseyen yüzü, bedeninin aldığı biçim, kasları gevşediği için sanki daha da uzayan boyu...
Birinde; biri, minik bir şey, bir meçhulden aramıza katılıyordu, her gün milyonlarcası, ruhuyla, karakteriyle doğuyordu...
Diğerinde de; yine binlercesi, milyonlarcası, babam gibi, bedenini burada bırakıp, meçhule gidiyordu...
İşte bu iki temel olguyu yaşadığımda insan oldum ben!
Kadın oldum!
Kendimin farkına vardım!
O günden beri de, beni ‘gerçekler’ ilgilendiriyor.
Doğum ve ölümden gayrı da bir şey yok aslında...
Gerisi, herkesin kendine göre yorumu.
Anlayacağınız, “Aaaa doğum mu? Göremem, kan var, o var, bu var!” demek, artık bana göre değil.
Bir ‘mucize’ye kim tanıklık etmek istemez?
Bu benim için bir hediye, ne âlâ, koşa koşa giderim...
Bir de, bitmez tükenmez bir merakım var.
Vahiy gibi geliyor meraklarım bana.
Bir ses, “Plasentaya dokunmak istemez misin?” diye fısıldıyor mesela. Ya da bir başka ses, “Rahim ne acayip bir şey değil mi?” diyor, “O kadar değerli ki o ‘kutsal kase’, adı bile, esirgeyen, koruyan anlamına geliyor. Git bak, incele!..”
2011’in bu ilk pazarında, gelin bir mucizeye gelin birlikte tanıklık edelim?
DOĞUM’a girelim?

Haberin Devamı

İnsanın en küçük formuna dokunmanın mutluluğu

Haberin Devamı

İnsanın en küçük formuna dokunmanın mutluluğu

İnsanın en küçük formuna dokunmanın mutluluğu

İnsanın en küçük formuna dokunmanın mutluluğu

İnsanın en küçük formuna dokunmanın mutluluğu

İnsanın en küçük formuna dokunmanın mutluluğu

İnsanın en küçük formuna dokunmanın mutluluğu

İnsanın en küçük formuna dokunmanın mutluluğu

Yazarın Tüm Yazıları