Devlet vatandaşı ne kadar içeri tıkabilir?

YARINDAN itibaren Türkiye’de demokrasinin ve hukuk devletinin kalitesi hakkında ölçü oluşturacak yeni bir tartışmaya şimdiden hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bu tartışmanın kaynağında şu soru yatıyor: Bir vatandaş hakkında mahkûmiyet kararı olmaksızın 10 yıl tutuklu kalabilir mi?

SİHİRLİ FORMÜL: (2 + 3) x 2 = 10
Ceza yargılamalarının nasıl yapılacağı, bu çerçevede tutukluluk sürelerinin nasıl hesaplanacağına ilişkin esaslar 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) düzenleniyor. Bu yasa 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girdi, ancak yapılan bir düzenlemeyle tutukluluk süresinin uzatılmasına ilişkin hükümlerinin yürürlüğe girişi 31 Aralık 2010 tarihine ertelendi. Bu durumda yeni uygulama yarın başlıyor.
Eski yasada uzatmayla ilgili bir sınır yoktu. Yeni CMK’da ise bu konuda iki hüküm bulunuyor. Bunlardan birincisi, yasanın 102 maddesinin 2’inci fıkrası. Şöyle diyor bu fıkra: “Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresi en çok iki yıldır; bu süre zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçmez.”
Yani 2+3 olmak üzere 5 yıla kadar uzatılabiliyor tutukluluk süresi.
Gelgelelim, yasanın bir başka maddesi de uzatmaya ilişkin hüküm içeriyor. Bu da 252’nci maddenin ikinci fıkrası. Burada getirilen düzenlemede, 1) Devletin güvenliğine ilişkin suçlarda, 2) Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlarda, 3) Milli savunmaya karşı suçlarda, 4) Devlet sırlarına karşı suçlarda ve casusluk suçlarında “tutuklama süresinin iki kat uygulanacağı” belirtiliyor.
Kritik soru şu: Her iki fıkra birleştirilip mi uygulanacak? Yani 102’nci madde çerçevesinde 5 yıla kadar uzatılmış olan tutukluluk süresi, 252’nci madde çerçevesinde bir de 2 ile çarpılıp 10 yıla çıkartılabilecek mi?
AİHM TÜRKİYE’Yİ MAHKÛM ETMİŞTİ
Hukuk çevrelerinde bu konuda muhtelif görüşler ileri sürülüyor. Bu hesaplamaya karşı çıkıp en çok 4 yıl olabileceğini ileri sürenler de var. Ancak yasanın lafzı, bunun 10 yıl olarak hesaplanabilmesini mümkün kılan bir esneklik içeriyor. Kuşkusuz, bu maddeleri yorumlayıp karar verecek olan makam mahkemeler.
Toplam 10 yıl hesabının esas alınması şu anlama geliyor: Devlet, özellikle kendisine karşı işlenen suçlarda bir şüpheliyi, hakkındaki mahkeme kararını beklemeden 10 yıl süreyle cezaevinde alıkoyup özgürlüğünden yoksun bırakma hakkını kendinde görmüş oluyor. Tersinden okunduğunda yargılamanın 10 yıla kadar sürebileceğini de kabullenmiş oluyor.
Peki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) bu konuda ne diyor? Sözleşme’nin “Özgürlük Hakkı”na ilişkin 5’inci maddesinin 3’üncü fıkrası “Yakalanan veya tutuklu durumda bulunan herkesin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır” diyor.
Bir sonraki 6’ıncı madde, “Adil Yargılama Hakkı”nı düzenliyor. Bu madde de “Herkes kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir” diyor.
Görüleceği gibi, AİHM hem tutukluluk süresinin makul olmasını istiyor, aynı zamanda yargılamanın da yine makul bir sürede tamamlanması gerektiğini belirtiyor.
AİHM, üstelik birden çok kararda tutukluluk süresinin makul süreyi aştığı hususunda Türkiye’ye mahkûm etti ve bu sorunun düzeltilmesini istedi.
TOTALİTER REJİMLERE ÖZGÜ
Türkiye’nin AİHM’ye verdiği yanıt, yarından itibaren bu makul süreyi 10 yıl olarak hesaplayan bir düzenlemeyi uygulamaya sokmak oluyor.
AİHM’de uzun yıllar yargıçlık yapan Rıza Türmen “10 yılın makul süre kabul edilmesi AİHM tarihinde görülmüş bir şey değil. Tutukluluk süresi davadan davaya değişir ama Avrupa’daki uygulamaya baktığımızda bu süresinin 4 yılı aşmaması gerektiği yolunda genel bir mutabakatın bulunduğu söylenebilir” diye konuşuyor.
Sonuçta iş başındaki hükümetin Türkiye’nin ileri demokrasi söylemini ciddi bir şekilde gölgeleyen, evrensel hukuk ölçülerinin fersah fersah dışına çıkan ve olsa olsa totaliter rejim rejimlerde karşılaşılabilecek bir uygulamayla karşı karşıyayız.
Hükümet, demokratlık iddiasında samimi ise salt işin prensibi açısından bu düzenlemeyi büyük bir süratle düzeltmek zorundadır. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in böyle bir düzenlemenin Türk hukuk sistemi içinde var olması gerçeğine kayıtsız kalabileceğini düşünmek istemiyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları