Yine mi güzel, yine mi çiçek

Torba'da bilmediğim bir otelin adını söylüyor.

Orada kalıyormuş.

İki günlüğüne Bodrum'a gelmiş. Pazar akşamı da dönecek. Bodrum'a özellikle de bu aylarda ancak iki gün katlanabildiği için değil.

Sevdiği bir dostunun çocuğu evlenecek. Ona sözü var. İstanbul'a dönüp düğüne yetişecek.

Cumartesi Torba'daki Sanat Evi'nde kitaplarını imzalayacakmış. ‘‘Gelirsen sevinirim’’ diyor. Nasıl gitmem? ‘‘Beş gibi ordayım’’ diyorum.

İstanbul'dan ayrılmadan önce Arif'i arayıp bir akşam yemeğe gidelim demiştim. Olmadı, günümüz, tarihimiz uyuşmadı.

Kaç zamandır görüşmemişiz, özlemişim, üstelik Çiçek Gibi adını verdiği anılarının ilk cildini okumuş, bayılmışım. Ve oturup kutlayamamışız.

Oysa Arif Keskiner kutlamaların adamıdır.

Kutlanacak bir şey olmasa da yaratır.

Biri uzun süredir uğraştığı bir işin sonuna geldiğini mi söyledi? Dostlarını bir araya toplar, küçük bir kutlama yapar.

Ya da herkesi ilgilendiren ama nedense sadece ona dert olan bir işi mi çözdü?

Başka bir dostu başını ağrıtan bir işten mi sıyrıldı?

Bir gece laf lafı açtı da zamanında şurada ya da burada tanıyıp sevdiği ve nedense bu hoyrat ülkede kadrinin kıymetinin bilinmediğine inandığı birinin adı mı geçti?

Kadehler kalkar. Hikaye hüzünlüyse gözler yaşarır, komikse gülmekten katılınır. Ciddiyse susup kalınır. Ama mutlaka kutlanır.

Arif vefalıdır, dürüsttür, gönül adamıdır.

ARAYA HAYAT GİRDİ!

İşte ben, bu vefalı ve ince insanın uzun yıllardır yazdığını bildiğim anıları yayımlanınca bir koşu gidip almış, bir solukta okumuş, onun bilmediğim çocukluk yıllarına gitmiş, gençlik serüvenlerine dalmış ama bir telefon açıp kitabı çok beğendiğimi bile söylememişim.

Bırakın Çiçek Bar'a gidip bir kadeh içmeyi, kucaklaşıp tebrik etmeyi, aylar geçmiş barın önünden bile geçmemişim.

Ne denir, araya hayat girmiş, bahaneler birikmiş, bir gece hiç unutmam Andon'da Arif'i kızdırdığımı sezmiş, kendimi kendimce temize çekmiş, gidip Arif'le konuşacağıma köşeme çekilmiş, içten içe onun haklı olabileceğini düşünmüşüm ya, çiçeğe özenmeyi unutmuş, diken olmuşum ya, arayamamam ondan.

Utanmam da.

Zaten İstanbul'da o akşam yanımda her ikimizin de kadim dostu Meral Okay olmasa, ertesi gün Arif'in anılarının ikinci cildinin yayımlanacağını söylemese, ben de ilk cildi nasıl beğendiğimi anlatmasam, laf Arif'in üzerine çöküp kalmasa, Meral'in burnu sızlamasa, telefonu eline almasıyla Arif'i araması bir olmasa, sonra da konuşayım diye elime telefonu tutuşturmasa onu aramaya cesaretim yok.

TORBA'YA NASİPMİŞ

Aylar sonra konuştuk. Sonra da Torba'da buluştuk.

Torba'daki Sanat Evi yıllar önce gene Torba'da ama biraz daha ilerideki ilk yerinde açıldı, sonra da şimdiki yerine taşındı. İlk zamanlar yolum Torba'ya düştükçe başka bir yere gidiyor da olsam allem eder kallem eder önünden geçerdim.

İçeride mutlaka tanıdığım birine rastlayacağıma emin.

Sanat Evi'nde, ya İstanbul'dan yazı geçirmek için Bodrum'a gelmiş birkaç tanıdığa, ya bu yarım adada yaşanacaksa Torba'da yaşamalı diye düşünüp bu sevimli balıkçı köyünde ev kurmuş birkaç arkadaşa rastlardım.

Gidilecek yere gidilmez gece orada sonlanırdı.

Son yıllarda yolum oralara daha az düşer oldu.

Artık Torba mı uzak düştü ben mi yoruldum, bilmiyorum.

O gün saat elbette beşte değil ama beşi biraz geçe Arif'i görmek için Torba sapağından kıvrılıp arabayı biraz ileride bir yerlere bıraktık. Sonra sahile indik.

Sanat Evi'ne doğru yürüyoruz. Ben ve yirmi küsur yıl sonra Türkiye'ye dönmüş, Bodrum'u görüp dilleri tutulmuş birkaç Fransız arkadaşım.

Torba, Türkbükü'nün alımından, Gölköy'ün çalımından uzakta, kendi yağıyla kavrulan Torba.

Havasında hem eski Bodrum'u hatırlatan hem de kendi içine dönük yaşamaktan mutluluk duyduğunu anlatan bir şeyler var.

NEDEN SAKAL BIRAKMIŞ?

Torba'ya gelenler sanki Bodrum'a değil Torba'ya geliyor gibi. Orada yaşayanlar da İstanbul'daki Adalılar benzeri.

Hani Adalar'da doğup büyüyenler, evleri orada olup ada havasını içlerine çekenler nasıl önce Adalı sonra İstanbulluysa, Torbalılar da biraz öyle. Onlar da önce Torbalı sonra Bodrumlu.

Arif'i anılarının ilk cildinde uzun uzun anlattığı dostlarından biriyle bir masaya kurulmuş otururken buldum. Arkasında imzalayacağı kitaplar. Önünde buz gibi bira.

Sağa sola asılmış afişler.

Afişler kitabın kapağı.

Oradan Arif hepimize gülümsüyor. Keskin bakışlı, beyaz sakallı, doğru dürüst bir adam. Neden sakallı olduğu kitapta yazılı. Aydın görünme merakından değil. Zaten Arif ne zaman bir şey gibi görünmeye çalışmış ki? Hep korkar olduğundan farklı algılanmaktan. Belki içki içip, sigaraları içmeyip düpedüz yiyip pipo içmemesi bile yanlış algılanırım korkusundan.

Sakal bırakmasına gelince, Marmara Denizi'ne düşen THY uçağındaki trajik ölümüyle fena hálde sarsıldığı en yakın dostlarından Kamuran ile ilgili. Onun ölümünden sonra beş yıl boyunca sakallarını kesmeyeceğine yemin etmiş. O gün bu gün sakallı.

Kitabın adı ‘‘Yine mi Çiçek.’’ Can Yayınları'ndan çıkmış, on günde üç baskı yapmış.

Arif'i tanıyanlar bilir. Mutlu olduğunda ağzından düşürmediği bir laf vardır: ‘‘Yine mi güzel yine mi çiçek’’ der.

İşte bu sözden kalkarak Sezen Aksu ve Meral Okay yıllar önce Arif'i anlatan bir şarkı yapmışlardı. Kitabın adı o şarkıdan. Kendisi için yazılan bu şarkıdan.

‘‘Kur masayı Madam Despina

Kirli beyaz muşamba örtüleri ser

Çek sediri asmanın altına

Yanında bir ince Müzeyyen Abla’’ diye başlar o şarkı.

ARİF'İN SEVDİĞİ KADINLAR

Arif'in yanında hep ince Müzeyyen Ablalar oldu. Aşık olduğu, sevdiği, tutulduğu, evlendiği kadınlar. Kimi gerçek kimi sahte evlilikleri.

Yakın bir arkadaşını beladan uzak tutmak için onun sevgilisiyle evlendiği, doğan çocuğu ikiletmeden nüfusuna geçirdiği, ağzını açıp bu olaydan kimselere söz etmediği, yıllarca mahalleli uyanmasın diye elinde çiçek sahte karısını ziyaret ettiği, sonunda ancak arkadaşının ölümüyle bu sırrı ifşa ettiği kurmaca evliliği.

Sevdiği kadınlar...

Kimini dost, kimini sevgili, kimini dostlarımın sevdikleri benim de sevdiklerimdir diye sevdiği kadınlar.

Anlattıklarına bakılırsa hepsi özel, hepsi ince.

Hepsi Arif'in gözüyle ‘‘Çiçekçe.’’

Kitabın bir yerinde sevdaya dair yazmış.

Nasıl sevdalandığını, nasıl o sevdayı katlayıp azdırdığını anlatmış...

Sarıldık.

Birer Mohito söyledik. Arkadaşı izin isteyip kalktı.

Ahmet barın arkasında, bir yandan çalışıyor bir yandan gelen gidenle konuşuyor.

Sanlı'nın, Atom karınca Sanlı'nın, İstanbul'daki Çiçek Bar’ın ünlü Sanlı'sının gözü Arif'te. Olur a patron bir şey ister.

Hava sıcak, akşam çökmemiş.

Geride hepimizin ezbere bildiğimiz parçalar çalıyor.

Birol Kutadgu Arif'i hayranlarıyla, imza gününü duyup gelen arkadaşlarıyla, ona kitap imzalatıp sonra da nasıl karşılaştıklarını anlatacak, Arif'i tanımanın bir ayrıcalık olduğunu sezen gençlerle baş başa bırakmış, barın ucunda çay içiyor.

Nasıl olsa gece uzun.

Şimdi susmak zamanı. Ne demişler. Susmak için bir zaman, konuşmak için başka bir zaman var.

Yazmak için de öyle.

DARISI ÜÇÜNCÜ KİTABIN BAŞINA

Eve dönüp, ‘‘Yine mi Çiçek’’in ilk sayfasını açıyorum.

Arif, ‘‘Can arkadaşım Figen Batur'a dostlukla’’ diye imzalamış kitabı.

Okumaya başlıyorum: Önsöz yerine Yaşar Kemal ile yaptığı bir telefon konuşması. Sonra kitabın adının neden ‘‘Yine mi Çiçek’’ olduğu. Sonra İstanbul'un I970'li yıllardaki hızlı gece hayatı. Egemen Bostancı. Uzun Cevdet, Kamuran, Tunca, Ece, Liza Tuna, Türk Sinemasını Türk Sineması yapan bütün insanlar. Türkan Şoray, Kadir İnanır, Fatma Girik, Tanju Gürsu... Oyuncular. Fevzi Tuna, Atıf Yılmaz, Zeki Öktem, Yavuz Özkan, yönetmenler... Gazeteciler...

Adını kimselerin bilmediği figüranlar, emekçiler, o yılların furyası, fotoromanlar.

Yaşanan aşklar, kızgınlıklar.

Ve elbette Arif'in başından geçenler.

Sabah oldu.

‘‘Esen kalın. Yaşarsak yine görüşeceğiz umarım’’ diye bitirdiği anılarının üç yüz küsur sayfalık ikinci cildini de bitirdim.

Şimdi sırada 1978'den sonra yaşadıkları var. Üçüncü kitap.

Bir de kendi yazmayacağı ama Çiçek Bar'ın müdavimlerine orayla ilgili anılarını yazdıracağı bir dördüncü kitap.

Eminim hepsini aynı heyecanla okuyacak, anlattığı yolculuğa birlikte çıkacağız.

Öyle değil mi Arif?

Hayat ‘‘yine de güzel yine de çiçek’’ değil mi?

TORBA SANAT EVİ

Önünden denize girebilir, isterseniz çayınızı içebilir, Edith Piaf'tan Jacques Brel'e ince ince çalan şarkıları dinleyebilir, şart değil ama güneş batarken istediğiniz içkiyi ısmarlayabilir, acıkınca da Sanat Evi'nin artık bilinen yemeklerinden yiyebilirsiniz. Fiyatlar makul.

Adres: Sahil yolu, 201, Torba.

Tel: (0252) 367 11 14.
Yazarın Tüm Yazıları