Türban yasağında nereye gidiyoruz (1)

TÜRBAN konusundaki gelişmeler özellikle 12 Eylül referandumunun hemen ardından giderek yükselen bir ivme ile yeniden Türkiye’nin gündemini kaplamış bulunuyor.

Türbanın bir kez daha siyasetin ana konusu haline geldiğini, bir çözüm bulanamadığı takdirde önümüzdeki aylarda başlayacak seçim kampanyasının türban tartışmasının belirleyeceği bir gerilim ortamında geçeceğini şimdiden söylemek pek yanıltıcı olmaz.
Son gelişmeleri yan yana getirdiğimizde karşımıza çıkan fotoğrafı şöyle tasvir edebiliriz:
YÖK’TEN İKİ ÖNEMLİ ADIM
Bu konudaki ilk işaretler YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan’dan geldi. Prof. Özcan, İstanbul Üniversitesi’nde yaşanan kıyafetle ilgili bir sorun üzerine 5 Ekim’de yaptığı açıklamada “Biz kıyafeti ne olursa olsun insanların sınıftan atılmasına karşıyız, artık atılmayacak. Anayasa değişikliğine gerek yok, 2547 Sayılı Kanunun 17. maddesi bu konuda yeterli ve mevzuata uygun süreç takip edilecek” dedi.
Prof. Özcan, daha sonraki bir açıklamasında durumundan şikâyetçi olan öğrencilerin YÖK’e dilekçeyle başvurmalarını, YÖK’ün de gerekeni yapacağını söyledi.
Böylelikle, ilk kez YÖK yönetimi tarafından bütün üniversite sistemine türbanlı öğrencilerin derslere alınması yolunda bir işaret verilmiş oldu. Ancak Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın türbanı yasaklayan kararlarının hala yürürlükte olması, YÖK’ün mesajları ve hemen ardından başlayan bu yöndeki kısmi uygulama ile bu konudaki mevzuat arasında önemli bir çatışmanın belirmesine yol açtı. Bu nedenle bugün üniversitelerde büyük bir karışıklık ve belirsizlik ortaya çıkmış bulunuyor. Serbest bırakan üniversiteler de var, yasağı uygulayan üniversiteler de...
YÖK, bu arada ikinci bir adım daha attı ve önceki gün yayımladığı bir genelge ile Akademik Personel Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) başvurularında uygulanan standart türban yasağını kaldırdı. Prof. Özcan dün yaptığı son açıklamayla da bundan sonra ÖSYM sınavlarına da başörtüyle girilebileceğini duyurdu.
ÇANKAYA PROTOKOLÜNDE ESNEKLİK
Öte yandan, Çankaya Köşkü cephesinde devlet protokolünde türbana uygulanan sınırları önemli ölçüde kaldıran iki önemli gelişme yaşandı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 29 Ekim davetlerinde kamusal alandaki türban hassasiyetleri nedeniyle geçmişte biri türbana açık, diğeri türbana kapalı olmak üzere iki ayrı davet yaparken, bu yıl türbanın serbest olduğu tek davet düzenine geçti. Cumhurbaşkanı Gül, önceki gün bunu tamamlayan ikinci bir adım daha attı ve Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulf için Çankaya Köşkü’nde düzenlenen resmi karşılamada tören kıtası denetlenirken, ilk kez eşleri, bu vesileyle türbanlı eşi Hayrünnisa Gül’ü de bu protokole dahil etti.
Bu arada, Çankaya Köşkü’nde 29 Ekim’deki tek davet uygulaması CHP içinde türban konusundaki görüş ayrılıklarının iyice su yüzüne çıkmasına da yol açtı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun türbanın üniversitelerde serbest bırakılması, ama üniversite öncesi eğitim ve devlet memurları için kesin yasaklanması yönünde bir uygulamadan yana olduğu biliniyor.
Bu bağlamda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan herkesin altını çizdiği ilginç bir açıklama geldi. Erdoğan, 8 Ekim’de Almanya’ya giderken, bir gazetecinin “üniversiteler dışındaki eğitim kurumlarında türban ve kamu kurumlarında çalışanların başörtüsüyle çalışma talepleri” hakkındaki görüşü sorulunca şu yanıtı verdi:
“Bakın ne diyorum? Bunların hepsiyle ilgili, yetkili birimler çalışmalar yapar. O çalışmadan sonra bunun kararı verilir...”
YASAK-SERBEST SINIRI NEREDEN GEÇMELİ?
Bu sözleri, Erdoğan’ın yalnızca üniversitelerde değil devlet memurlarında da türbana kapıyı açık tuttuğu yorumlarına kaynaklık ediyor.
Ve sonunda iktidar ile muhalefet arasında dünkü türban görüşmelerine gelindi. CHP, Adalet ve Kalkınma Partisi heyetinden, türbanın üniversitelerde serbest bırakılması, ancak ilk ve orta öğrenim kurumlarıyla devlet memurları açısından yasağın korunması yolunda güvence istedi. İktidar partisinin bu güvenceyi vermemesi, en azından bu aşamada ilerisi için kendisini bağlamak istemediğini gösteriyor.
Türban yasağı kaldırılırsa serbestinin sınırı nereden geçecek? Tartışmanın bu soruya çevrilmekte olduğu sırada dün Mersin’deki bir ilköğretim okulunda sekizinci sınıf öğrencisi 13 yaşındaki bir kız öğrencinin türbanla derse girmesine izin verildi.
Peki bütün bu gelişmelere Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın kararları ile AİHM içtihadı ışığında nasıl bakmak gerekir? Bunu yarın inceleyelim.
Yazarın Tüm Yazıları