Sokak yazarı...

Bu gerçekten Referans’taki son yazım. Çünkü Referans, yarından sonra çıkmayacak. Radikal ile birleşti.

Haberin Devamı

Birleşme tarihi 10 Ekim olarak tasarlanmış ve ben Referans’ta geçen haftabugün son yazımı yazdığımı sanarak gazeteye göndermiştim. Sokaktan gelmiş, tekrar sokağa çıkmadan yazmıştım yazıyı. Tekrar sokağa çıkmak üzereyken, Referans’tan sevgili dostum (Radikal’in yazı işleri müdürü oldu) Gökçe Aytulu aradı ve “Birleşme bir hafta ertelendi” dedi, “17 Ekim’de Referans çıkmayacak, yeni Radikal çıkacak...”

Oturup yeni baştan yazı yazmak için vakit kalmamıştı. Yazıya baktım, giriş bölümündeki zaman kipleriyle oynayarak, kurtulabilirdi. Öyle yaptım ve kendimi sokağa attım.

Birkaç gündür basında ve görsel medyada “Medyada Radikal Devrim” sloganıyla 17 Ekim’de yeni bir görüntü ile sahneye çıkacak olan Radikal’in reklamları yapılıyor. “Devrimci” sloganlardan biri şu:

Haberin Devamı

“Köşe yazarı değil, sokak yazarı”.

Bunun ne demek olduğu şöyle anlatılıyor:

“Medyada Radikal Devrim, köşe yazarını köşesinde oturup yazan biri olmaktan çıkarır, sokağın, hayatın içinden yazan bir güce dönüştürür. Sokak yazarı, olayın farklı pencerelerden nasıl göründüğünü yazar. Örneklerini çok yakında görürsünüz.”

Böylece, Referans’ta “köşe yazarı” olarak bu son yazım ile “köşe yazarı” sıfatımı noktalamış oluyorum. Salı gününden itibaren, Radikal’de “sokak yazarı” olarak devam edeceğim.

***          ***        ***

Birkaç gün önce, Radikal ile aynı binayı paylaşan Hürriyet’in bazı köşebentleri, “Artık yok öyle köşe yazarlığı, sokağa çık bakalım” diye takıldılar. Tam da binadan ayrılıp sokağa çıkıyordum; “Ben zaten yıllardır sokak yazarıyım. Yanlışlıkla, sizinle aynı sıfatı benim için de kullandılar” diye ben de onlara takıldım.

Sokak ne ki, Hasan Cemal, “Medyada Radikal Devrim” sloganı ile “köşe yazarı değil, sokak yazarı” vurgusu yapıldığı sırada “dağa” çıktı. Hafta içinde Van’ın Başkale’sinden, üçbin metre yükseklikten yazıyordu. Ertesi gün, Hakkari’nin yaslandığı Sümbül Dağı’ndan. Bir sonraki gün Yüksekova’dan (Gever). Türkiye topraklarını Irak ve İran ile ayıran görkemli dağların arasındaki, Türkiye’nin en yüksek ovasının ortasından.

Haberin Devamı

Kıskanmadım desem yalan olur. Kıskançlığımın sebebi, geçen yıl bu zamanlarda aynı coğrafyada birlikte dolaştığımız ve o coğrafyanın nefes kesen güzelliklerini –insanıyla birlikte- tekrar hatırlayıp özlediğim için. Üçbin metreye yakın yükseklikteki Şapatan ve ardından Haruna Geçiti’nden aşağıya dağların arasına sıkışmış Şemdinli’ye bakmanın, ya da Van ile Bahçesaray (Müküs) arasındaki Kirapet Geçiti’nden aşağıdaki Müküs Çayı’nı seyretmenin büyüleyiciliği aklıma geldi.

Bizim sokaklar hem geniş, hem de çokturlar. Sadece son bir ay içinde Como’nun, Torino’nun, Floransa’nın, Roma’nın, Washington’un, New York’un sokaklarında, Türkiye konulu toplantıların yapıldığı binaların sokaklarındaydım. Üç gün önce Antalya’daydım. Bu yazının yazıldığı gün ise Türkiye’yi konuşacağımız Almanya’nın sokaklarında olacağım.

Haberin Devamı

Yıllarım Orta Doğu’nun, Asya’nın, Anadolu’nun, tümünün Avrupa’yla buluştuğu, tümünün gözbebeği İstanbul’un sokaklarında geçti.

Gördük, okuduk, düşündük, hatta müdahale ettik ve yazdık.

Sokak yazarıydık zaten.

***       ***     ***

Sokak yazarından kasıt, elbette, vurgulandığı gibi “hayatın içinde” olmak. Ancak, hayatın içinde olmak, yine elbette, bir maçın içinde yanlış kararlar veren hakem gibi olmak değildir.

Hayatın içinde bir “duruşunuz” olmalı. Hayatın içinde o “duruş” ile olmalısınız. Hayata müdahale edecek kadar, hayatın içinde yer almalısınız.

Sokakların yani hayatın içinde; “vicdan” ile, “bilgi” ile, “vakar”la ve “cesaret”le geleceğe doğru yürüyen bir konumda olmalısınız.

Haberin Devamı

Salı günü “Diyarbakır Sokağı”ndan yazılacak yazıyla buluşmak üzere...

 

Yazarın Tüm Yazıları