Bütün dansların özünde aşkın olduğunu anlatan bir hikaye

Nerede kalmıştık?

Geçen hafta anlattım: Hani üç günlüğüne Antalya'ya gitmiş, uçaklara binmiş, son gece Magic You-Ney adında henüz gün yüzüne çıkmamış dans gösterisini izlemiş, dansçıların teri kurumadan kulise girip hepsini tek tek olmasa bile toptan tebrik etmiş, şovun bel kemiği ve kasası olan Ali Erten'in heyecanını bir kez daha paylaşmış, Devlet Tiyatroları Genel Müdür Yardımcısı ve şovun yönetmeni Tamer Levent'i iki yanağından öpmüş, kostümleri tasarlayan Canan Göknil'i diğerleriyle birlikte ‘‘Bu işin altından da yüzümüzün akıyla kalktık’’ kutlamasını yapması için arkamda bırakıp otele dönmüştüm.

Ertesi sabah oldukça erken bir saatte Bodrum'a gitmek üzere yola çıktım.

Şimdi Bodrum'dayım.<

Ama Bodrum haberlerine geçmeden önce Konyaaltı Açık Hava Tiyatrosu'nda uluslararası tur operatörleriyle birlikte genel provasını izlediğim Ney gösterisinden söz etmek istiyorum. 12 Temmuz'dan bu yana Antalya'da sahnelenen, 16 Ağustos'ta Lütfi Kırdar Salonu'nda Uluslararası Felsefe Kongresi için dünyanın dörtbir yanından gelmiş felsefecilerin ve İstanbulluların karşısına çıkacak olan Ney'den.

Birkaç yıl önce Ankaralı bir işadamı o güne kadar kimsenin göze alamadığı bir işe para yatırdı. Önce Mydonose Showland'i açtı arkasından da İstanbul'un en büyük kapalı salonlarından biri olan bu salonda o güne kadar yapılmamış bir dans gösterisi için yatırım yapmayı kabul etti: Yalçın Çevikel.

Ona ve bu işe gönül verenlere göre artık bizim de River Dance gibi dünyayı ayağa kaldıran bir dans gösterimizin olmasının zamanı gelmişti. Hemen çalışmaya başladılar. Müzik kime yaptırılmalı, ışık nasıl olmalıydı? Kostümleri kim hazırlamalı ayakkabılar nereden alınmalıydı? Daha binlerce ayrıntı.

ÇALIŞMA KAMPI KOŞULLARI

Gazete ilanlarıyla aranılıp bulunan dansçılar neredeyse çalışma kampı koşullarında çalıştılar. Bu iş için biraraya gelen ünlü folklor hocaları ve Nesrin Topkapı gibi oryantalin ruhunu bilen ustalar kimsenin gözünün yaşına bakmadı. Bu zor koşullara dayanan kaldı dayanamayan gitti. Aylarca süren çalışmalar bittiğinde, İstanbullular karşılarında o güne kadar görmedikleri bir gösteriyle karşılaştılar: Sultans of the Dance.

Doksan dansçı hep birlikte horon tepiyor, semazenler dönüyor, efeler efeleniyor, ortada yanan ateş herkesi kavuruyordu.

Sultans of the Dance önce İstanbulluları, ardından çıktıkları turneyle Türkiye'yi fethetti.

Sonra bütün güzel şeyler gibi o da bitti.

Mustafa Erdoğan'la Yalçın Çevikel'in para konusunda anlaşamadıkları söylendi. Mustafa Erdoğan kendisiyle kalmayı kabul eden dansçılarla Anadolu Ateşi adı altında şovu sürdürdü.

Mustafa Erdoğan'la yollarını ayıran ama Sultance of the Dance'ı Sultance of the Dance yapan yönetici kadro bu kez Magic World kuruluşunun onlardan yeni bir gösteri hazırlamalarını istemesi üzerine kollarını sıvadı ve adını NEY koydukları gösteri için çalışmaya başladı.

ELBETTE NESRİN TOPKAPI

Başarılı olduğunu bildikleri yöntemi uyguladılar: Gene gazetelere ilanlar verildi. Başvuran yüzlerce genç arasından en iyileri seçildi. Cihan Sezer müzikleri yaptı, geleneksel danslar için Şinasi Pala, özgün danslar için Aydan Türker, elbette Nesrin Topkapı, yöre dansları için beş ayrı hoca derslere başladı. Haftalarca İstanbul'da, dans stüdyosuna dönüştürülen bir salonda çalıştılar. Havaların ısınmasıyla birlikte ilk gösterilerini yapıp kelimenin her anlamıyla pişecekleri Antalya'ya geldiler. Işık ve ses düzeni Viyana'dan geldi. Vietnam'dan Amerika'ya altmış yedi ülkeden yüzlerce müzisyen stüdyolara girip kayıt yaptı. Üç yüz kişilik bir grup aylarca deli gibi çalıştı ve ortaya NEY çıktı.

İşte benim genel provasına gittiğim gösteri bu gösteri.

İzler izlemez anlıyorsunuz. Ortada gerçekten çok emek verildiği belli bir çalışma ve okumasını bilenlere anlatılan bir hikaye var: Ney sesine dönen semazenle başlayan, semahla devam eden, halaylarla süren, 15. yüzyıl ressamı Siyah Kalem'e selam edip Kafkasya'ya uzanan, dönüp buraya gelen, Tanrı Dyonyssos'un ayak izlerini izleyen, efelerin yiğitliğini, romanların gözüpekliğini, rakkaselerin kıvraklığını ama her şeyden önce bütün dansların özünde aşkın olduğunu anlatan bir hikaye.

Bu toprakları, bu topraklarda kurulmuş uygarlıkları, onların danslarını anlatan bir hikaye.

Dediğim gibi ben Ney'i Antalya'da Açık Hava Tiyatrosu’nda tepemizde dolun olmasına ramak kalmış bir ay parıldarken izledim. Ve sevdim.

İzleyenler, izleyecekler olanlar Ney'i ister istemez Sultans of the Dance'la kıyaslayacaklar. Kimi birindeki davulları övecek, diğeri Kafkas danslarından söz edecek.

Kimi o ilkti diyecek, beriki başka bir şey söyleyecek.

Danslar farklı olsa da çerçeve benzer olduğu için bu kıyaslamalar kaçınılmaz olarak yapılacak. Ney'i hazırlayanlar da bunun böyle olacağının farkında.

Deliler gibi çalışmaları, kılı kırk yarmaları bundan.

Sonra bir gün, birileri ben bu hikayeyi başka türlü anlatırım diye meydana çıkacak.

Önüne kıstas olarak Ney'i alacak. Onu aşmaya çalışacak.

Bu böyle sürüp gidecek.

Çıta giderek yükselecek ve ortaya bin yıllık düşlerin anlatıldığı 'rengarenk' masallar çıkacak.

Bize de ayağa kalkıp avuçlarımız patlayana kadar alkışlamak kalacak. Benim yaptığım, sizin de yapacağınız gibi.

Güzel şeylerle karşılaşınca heyecanlanan bütün insanlar gibi.

BİR DÜZELTME: Bundan iki hafta önce yayımlanan, yani Mustafa Oğuz, Şener Şen, Gül ve Dilara Endican'la birlikte yediğimiz yemeği anlattığım yazımda, Eğlence Sokak No: 8’de, Mustafa Oğuz'un da ortağı olduğu mekanın adını inatla City Club olarak yazmışım. Doğrusu CİTY CAFE. Hani insan bir yanlışı doğru beller diline dolar ya, bu da öyle olmuş. Hem Mustafa'dan hem de -meğer öyle bir yer de varmış- City Club adındaki işletmeden özür dilerim.
Yazarın Tüm Yazıları