Tebrikler Mario (Vargas Llosa)...

Perulu yazar Mario Vargas Llosa, 2010 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı.

Haberin Devamı

Nobel jürisi, Vargas Llosa’ya verilen ödül gerekçesini yazarın “iktidar yapılarını çizimine ve bireyin direnişi, isyanı ve yenilgisine dair keskin imajları”na bağlamış.

Orhan Pamuk’un 2006 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasından önce ve sonra, Mario Vargas Llosa’nın Nobel kazanmasını çok istemiştim. Çok sevindim.

Mario Vargas Llosa ile kendisinin hiç haberdar olmadığı, ilginç yol kesişmelerimin ve gözlem ortaklığım farkında olduğum için.

Dolasıyla, bu hayli “şahsi” bir yazı olacak.

Henüz yazım halinde olan kitabımda onunla ilgili bir bölüm bile var.

2010 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi ile ilk yol kesişmem, New York üzerinden olmuştu. 11 Eylül 2001’den sonra New York’a ilişkin gazete yazılarım ile onun İspanyol El Pais gazetesinde yayımlanan New York’un tanımlamasını yaptığı yazısını okuduktan sonra, şaşırtıcı paralelliklerden heyecana kapılmı, 15 Aralık 2001 tarihindeki köşe yazımda (Yeni Şafak), kendisiyle “aynı dalga boyunda olduğumu” ilan etmiştim.

Haberin Devamı

Mario Vargas Llosa, New York gözlemini satırlara şöyle dökmüştü:

“New York’ta kendimi hep dünyanın merkezinde, bir tür modern Babil’de, bu gezegendeki tüm dillerin, dinlerin ve kültürlerin temsil edildiği Borgesvari bir alemde, sanki bir dev yürekten kanın bütün kılcal damarlara, tüm yerküreye her türlü moda ve kötülükle, değerler ve değersizlikler, alışkanlıklar, adetler, müzik ve görüntülerle, bu şehrin eşsiz karışımından doğan prototiplerle bu şehirden dağıldığı, dünyanın merkezinde hissettim. Bu peri masalının kosmopolisinde bir kum tanesi olmak, Julio Cortazar’ın Paris için yazdığı ‘Herşey olan bir şehirde tanınmayan biri olmak hiçbirşey olmayan bir şehirde ünlü olmaktan kesinlikle çok daha tercihe şayandır’ anlamında depresif ve aynı zamanda heyecan vericidir.”

Benim New York betimlemelerimle paralel ama o kadar az sözcükle New York’un bu anlatımından o kadar hoşlanmış, o kadar etkilenmiştim ki, 2001’den beri her yılın ekim ayında Mario Vargas Llosa’nın Nobel’i kazanması haberine gözlerimi ve kulaklarımı dikmiştim.

Haberin Devamı

Kazandı işte.

***            ***          ***

Mario Vargas Llosa ile zihinsel yolculuğumda yollarımız 2003’te Bağdat’ta da kesişti.

Temmuz 2003’te 50 derece sıcaklık altındaki ilk izlenimlerimi şu sözcüklerle satırlara dökmüştüm:

“... Bağdat, benim için, rejimin resmi davetlisi olarak geldiğim 1978 Bağdat’ından da, resmi heyetin içinde geldiğim 1988’in Bağdat’ından da, bu ikisiyle kıyaslanmayacak kadar özgür bir şehirdi. Şehrin hiçbir yerinde arkamda polis devletinin gizli polislerini hissetmiyor olma duygum yeterliydi. Bağdat’ın ana caddelerinde devriye gezen Amerikan askerlerinin işgalci kimliğinin geçiciliğini bilmek, ne kadar süreceğini bilmediğim polis devletinin gizli polislerinin denetimi altında bulunmak duygusundan evlaydı.

Haberin Devamı

Benim için en önemlisi, şehrin hayatiyetini yitirmemiş olmasıydı... Trafik ise tek kelimeyle işkenceydi... Kamu otoritesi ortadan kalkmışkı. Trafik, o cehennem sıcağında bir işkenceydi; ama yine ‘devrimci durumlar’dan olumlu izlenimler edinme yönüm harekete geçti ve Bağdat halkına derin bir sempati duydum. Zira, kimi zaman yarım saate yaklaşan düğümlerin atıldığı trafik tıkanıklıklarında kimse tartışmıyor, kimse öncelikli hak iddiasını bir diğerine dayatmıyor, herhangi bir kişi birdenbire ortaya atılıp, trafiğin bir nebze düzene girmesine yardımcı olduktan sonra, bu işlevi bir başkası devralıyor ve neticede, sabır egemen oluyor ve trafik açılabiliyordu.”

Haberin Devamı

Mario Vargas Llosa, benden iki ay sonra ayak bastığı Bağdat’a ilişkin ilk izlenimlerini El Pais ve The Guardian’a yazdı. Ve, ben yine ve yeni bir şaşkınlıkla şu satırlarını okudum:

“Kamu hizmetlerinin hiçbiri çalışmadığı ve köşebaşlarında trafik polisi bulunmadığı için, Bağdat’ta araba sürmek bir cehennem... Her şoför nereye gitmek isterse arabasını oraya sürüyor, bundan dolayı trafikle ilişkili kazalar yaygın. Trafik tıkanıkları insanları deli ediyor. Ama, hiç değilse bu noktada, iktidar tarafından empoze edilmeyen ve sivil toplumun içinden doğal olarak çıkan ve Hayek’in en temsili ve en uzun süreli diye nitelediği o ünlü ‘spontane kurumlar’a dair bazı işaretler gördüm. Trafik tıkanıklığı felç noktasına eriştiğinde, bir düdük ve değnekle donanmış olarak daima gönüllüler ortaya çıkıyor ve trafiği düzenlemeye başlıyorlardı. Ve, tıkanıklıkta saplanmış olan sürücüler, nihayet kendilerine emir veriliyor olmasından rahatlamış bir şekilde, onların talimatlarına uyuyorlardı.”

Haberin Devamı

***          ***        ***

Mario Vargas Llosa ile “aynı dalga boyu”nu paylaşmamızdan keyif duydum. Hiç kıskanmadım. Kıskanacak halim yoktu. Nobel adayı filan değildim. O ise hep Nobel adayıydı. Üstelik benim anadilim, evrensel ifade gücünü, Orhan Pamuk üzerinden 2006 Nobel Edebiyat Ödülü ile kanıtlamıştı.

Orhan’dan gayrı Nobel kazanmasını en çok istediğim kalemdi Mario (herhalde ona da küçük ismiyle hitap edebilebilirim).

Tebrikler Mario (Vargas Llosa)...

 

Yazarın Tüm Yazıları