Başka türlü olmuyor

TÜRBAN yasağı fiilen kalktı.

Hem de YÖK’ün bir genelgesiyle...

Haberin Devamı

Memnun muyum?
Hem de nasıl memnunum.
* * *
Lütfen şimdi kalkılıp da...
“Keşke demokratik uzlaşma sağlansaydı” denmesin.
“Gücü ele geçiren kuralı koyuyor” diye yakınılmasın.
Çünkü şurası tam olarak anlaşılmıştır ki:
Bizim memlekette “türban sorunu”, demokratik uzlaşmayla falan çözülemez.
* * *
Neden mi?
Şu iki nedenden dolayı:
-  BİR: Bizim memlekette bir zamanların türban düşmanları, ancak gücü görünce değişip türban savunucusu oldular. “Güç”, burada anahtar kavramdır.
-  İKİ: Duruma intibak edemeyenler ise sanki 30 yıldır bu tartışma yapılmıyormuş gibi, 30 yıllık argümanları yeniden piyasaya sürerek milim ilerleme göstermediklerini ortaya koydular.
Yani...
Kanaat önderlerimizin önemlice bir bölümü güçten anlıyor, gücü kutsuyor, gücü görünce ikna oluyor...
Önemsizce bir bölümü de zerre kadar anlama ve ilerleme çabası göstermeden eski pozisyonunu koruyor.
Bu durumda “ille de demokratik müzakere” ya da “ille de uzlaşma” diye tutturmanın bir anlamı kalmıyor.
Türbana ikna olan gücü görünce ikna oluyor, ikna olmayan ise yerinde sayıyor.
Kanaat önderleri böyle olan bir memlekette demokratik müzakere yapsan ne olur, yapmasan ne olur?
Ayrıca...
Çözüme en çok karşı çıkmış parti, çözüme en yakınlaştığı anda bile “Biraz perçem görünsün ama...” şeklinde alay edilecek türde öneriler sunarsa...
Demokratik müzakere neyi halleder?
* * *
Olan şudur:
Bir zamanlar YÖK’ü ele geçirmiş olanlar, “Biz yaptık oldu” anlayışıyla türbanlı öğrencileri üniversite kapılarından kovdular.
Şimdi YÖK’ü ele geçirmiş olanlar ise türbanlı kız kovalamaktan vazgeçtiler.
Ve bu defter, YÖK’ün bir başka gücün eline geçmesine kadar kapanıverdi.
Son söz: Hiç şaşırmayın, Türkiye böyle bir ülkedir.

Haberin Devamı

Bir liberal mafya ailesi

BARLAS Ailesi’nin güdümündeki internet sitesinde bir yazı okudum.
Yazıda Hrant Dink cinayetiyle ilgili yazdığı kitapla uluslararası alanda ödül kazanan gazeteci Nedim Şener için şöyle bir cümle var:
“Ermeni çocuğu Hrant Dink’in ölümüne, bizim Hanefici Nedim acaba neden bu kadar çok sahip çıkıyor?”
Yetmiyor, aynı yazıda ben de tehdit ediliyorum.
Şöyle diyor “liberal aile”nin yazarı:
“Ahmet Hakan çok konuşmaya başladı. Yakında bazı şeyler olursa niye oldu diye sormasın. Yaptıklarının sonucu ve yazdıklarının mükafatı deyip fazla dürtüklemesin. Unutmasın, son olarak geçirdiği kazayı kolunu kırarak kurtarmıştı. ‘Men dakka dukka’. Dilerim hatırdan çıkarmaz, kendine çekidüzen verir.”
Aynı yazıda Oda TV’nin editörü için ise kullanılan niteleme ise şu:
“Alevi editör.”
Bu yazının üstüne Barlas Ailesi’nin tüm bireylerinin Twitter’da nasıl çirkinleştiklerini de ekleyelim. Sonuç?
Sonuç şudur:
Ben Mehmet Barlas’ı “Otağtepe Dükü”, zevcesi Canan Barlas’ı “Etiler düşesi”, kerimesi Ela’yı “Çengelköy prensesi”, mahdumu Cemil’i ise “Etiler veliaht prensi” sanıyordum...
Meğer bunlar basbayağı liberal mafya ailesiymiş yahu...

Haberin Devamı

Anlamadıklarım

-  30 bin satan bir gazetenin yazarı, neden kendi gazetesinin bu kadar az sattığıyla ilgili tek bir kelime yazmazken, başkalarının gazeteleriyle ilgili olarak makale üstüne makale yazmaya merak sarar?
-  Haftalarca “Behlül” olarak görülmüş, izlenmiş, benimsenmiş bir adam, aradan birkaç ay geçtikten sonra nasıl oluyor da “sekiz” olarak benimsenebiliyor?
-  Cem Özer nasıl oluyor da her konuda ama her konuda haklı çıkmayı başarabiliyor ve bundan hiç ama hiç sıkılmıyor?

Not defterimden

-  GEÇEN akşam fark ettim ki, “tiki Türkçesi” sadece ergenler arasında yaygın değil, yetişkinleri de etkiliyor. Mesela yaşını başını almış bir muhterem arkadaş, önündeki ızgara balık için “yıkılıyor” dedi... “Muhteşem” demedi, “harika” demedi, “yıkılıyor” dedi... Bu galiba bir “tiki zaferi”dir.
-  Espri yapalım dedik ve tuttuk Abdullah Gül ile ilgili yazımızın sonuna “Beni de uçağına al ey Abdullah Gül...” anlamına gelecek bir cümle ekledik... Fakat gelin görün ki Molla Kasım’lar tarafından sigaya çekildik... Ne diyelim? En iyisi “espriden anlamayan nesle aşina değiliz” demekle yetinelim.
-  Bir özel gösterimde “Çoğunluk” adlı bir film seyrettim. “Takva” filmini yapan ekibin elinden çıkma bu filmin adını bir yere yazın... Önümüzdeki günlerde bu film çok konuşulacak... Şimdilik bu kadarla yetiniyorum, ayrıntılar az sonra...

Haberin Devamı

Aklı karışıklar için Hanefi Avcı kılavuzu

-  BİR: Hanefi Avcı, 12 Eylül öncesinin işkenceci polislerindendir... Kendisi her ne kadar “O zamanlar işkence devlet politikasıydı, ben de o politikayı uyguladım” dese de, bu gerçek değişmez. İşkence yapmayı içine sindirebilmiş bir adama “mim” koymakta yarar vardır.
-  İKİ: Hanefi Avcı izlemeye, dinlemeye meraklı, karşısındakileri “potansiyel suçlu” olarak görmeye yatkın bir istihbaratçıdır. Avcı’yı değerlendirirken bunu akıldan çıkarmamak gerekir.
-  ÜÇ: Hanefi Avcı’nın geçmişte işkence yapmış olması ya da dinleme / izleme işlerine merak duyması, söylediklerinin dikkate alınmayacağı anlamına gelmez.
-  DÖRT: Hanefi Avcı aslında tipik bir “cemaat düşmanı” değildir. Söylediği şudur: Bazı cemaat mensupları, cemaatin yararına olacağına inandıkları işlerde her türlü vicdansızlığı yapmaktadırlar.
-  BEŞ: Hanefi Avcı, “Ergenekon saçma bir davadır” da dememektedir. Sadece Ergenekon Davası’nda kendince tutarlı olmayan noktalara işaret etmektedir.
-  ALTI: Hanefi Avcı’nın iddiaları abartılı bulunabilir, söylediklerinde tutarsızlıklar saptanabilir, iddialara itiraz edilebilir, hatta iftira atıyor bile denebilir. Yapılmaması gereken tek şey şudur: Hanefi Avcı’yı “sol terör örgütüne yardım ve yataklık yapıyor” iddiasıyla kodese tıkmak.
-  YEDİ: Hanefi Avcı’nın “sol terör örgütüne yardım ve yataklık etti” iddiası, nereden bakarsanız bakın tutarsız, akla sığmayan, zorlama, temelsiz bir iddiadır. Bu iddiadan yola çıkılarak Hanefi Avcı’nın tutuklanması, Hanefi Avcı’nın iddialarını kuvvetlendirmekten başka bir işe yaramamıştır.
-  SEKİZ: Hanefi Avcı’yı derin devleti deşifre ettiğinde “muhteşem insan”, cemaati deşifre ettiğinde “satılık insan” diye nitelendirmek insafa sığmamalıdır.
-  DOKUZ: Tüm bu nedenlerden dolayı bir gazeteci “Hanefi Avcı için hukuk / Herkes için hukuk” metnine imzayı basabilir... Eğer bir gazeteci, bu metne imza attığı için Samanyolu TV tarafından “Ergenekon’a yakın isim” diye lanse edilirse, Hanefi Avcı’nın iddiaları bir kez daha kuvvet kazanır.
-  ON: Bir cemaatin mensuplarının kendilerini masum olarak görmeleri yetmez, “algı”nın da öyle olması gerekir. Hanefi Avcı olayında hem cemaate yakın güvenlik bürokrasisi, hem de cemaate yakın medya “bu cemaat hiç de masum değil” algısını kuvvetlendirmekten başka bir iş yapmamıştır.

Yazarın Tüm Yazıları