Düğünün kırkı çıktı ama ne lafı bitti ne yazısı

Doğu masallarının neden hep kırk gün kırk gece süren düğünlerle bittiğini merak ettiniz mi hiç? Basit bir anlamı varmış: Düğün dediğin bir gecede bitermiş bitmesine de, lafı kırk gün sürermiş.

Haberin Devamı

Hani aşıklar muradına erer bizler kerevetine çıkarız ve eğlence kırk gün kırk gece sürer ya, hiç düşündünüz mü neden kırk gün kırk gece diye? Ben önceleri kırk gün kırk gecenin biz doğululara özgü zaman kavramıyla ilintili olduğunu sanırdım... Batılı için zaman ne kadar somutsa doğulu için o kadar soyuttur, onlar için ne kadar belirginse bizim için o kadar muğlaktır ya, masal anlatıcıları da feleğin her an devreye girebileceği bu kadar uzun bir zaman diliminin altını olsa olsa sonsuz demek için çizdiler herhalde diye düşünürdüm...
Oysa değilmiş. Kırk gün kırk gecenin çok daha basit bir anlamı varmış: Düğün dediğin bir gecede bitermiş bitmesine de lafı kırk gün sürermiş. Bizim ailede de durum farklı değil ne yalan. Baksanıza, muradına eren erdi kervetine çıkan çıktı ama bendeniz yazmaya devam...

Haberin Devamı

GELİN AFALLADI

Düğün dediğin, başından geçen bilir, bir ayrıntılar silsilesi. Karar verildiği an, aklınızın ucundan geçmeyen tüm ayrıntılar sözleşmiş gibi köşelerinden fırlayıp sahneye çıkıyor ve perde kapanana kadar da sahnede kalıyor. Herhangi birini küçümsemek, rol çalıp diğerine vermek, ötekine “hele sen şöyle biraz geride dur” demek ne mümkün?
Yapabileceğiniz tek ve en akılıca şey başrole kendinizi yerleştirmek.
Defnoş, canımın içi, başta fena afalladı.
Kenarda durmanın geline saygı olduğunu sanan bir kaynana... Bu işlerden hiç mi hiç anlamadığını söyleyerek sıyıran bir damat adayı... “Giyeceğim elbisenin yakası ancak senin çocukluk önlüğün gibi ucu kıvrık plastikten olursa yerler çamur olmaz” diyen ve ağlayacağını ayan beyan belirten bir anne... Fiyonk gibi bir gülümseme eşliğinde, hayatı boyunca kravat takmamakla övünen ama gecenin şerefine smokin giyeceğiyle açıklayan bir babanın arasında önce bocaladı.
Sonra hepsini, herkesi ele aldı. “Davetiye listenizi hazırlayın” dedi bizlere. Aldı, inceledi, mükerrerleri sildi.
Sonra delilik bu ya, herhangi bir yerden ağır gramajlı bir kağıt seçip zarfları kaligrafik yazan birine yazdırtmaktansa kendi yapmaya karar verdi. ‘Sizleri aramızda görmekten mutluluk duyarız’ klasik metinlerinin yerine, yollarının kesişmesini anlatan bir masal yazdı, kısa bir Paris yolculuğunda zarflarla üzerine yapıştıracağı süsleri aldı, Tim Burton’nın ‘Alis Harikalar Diyarında’sının jeneriğindeki harf karakterini sevdi. Davetlileri Sayın’dan çıkarıp Sevgili ilan etti.
Sonra kendine gelinlik ve gelinliğini diktirteceği yeri seçti. Provalara gitti geldi, bu arada nikah sırasında duvak takmaya ama misafirleri de başında Frida Kahlo gibi dev çiçeklerle karşılamaya karar verdi.
Çiçekler için Paris’le yazıştı. Anlaşamadı. Ardından Philip Treacey’e göz dikti, üşenmeyip Londra’ya gitti...

Haberin Devamı

BECERİKLİ OLMAYA GÖR

Bunca iş arasında, hepsi ahdetmiş gibi bu yaz evlenen arkadaşlarının düğünlerine katıldı. Makyajını kim yapacak, el buketi nasıl olacak diye uykuları kaçtı. Nikah kürsüsüne gidilirken çalınacak müzik, hemen dansa mı kalksınlar kalkmasınlar mı, kafa patlattı. Ama bir an olsun yorgunluğundan dem vurmadı, yorulduysa bile çaktırmadı... O bu işleri yaparken biz hayatımıza devam ettik.
Yorgunduk, sıkı bir kıştan çıkmıştık, yaz gelmişti, Bodrum vaktiydi, bir an önce gitmek için sabırsızlanıyorduk ve onun bu işin altından yüzünün akıyla kalkacağına gönülden inanıyorduk.
Becerikli olmaya gör, dünya sırtına biner diye boşuna dememişler! Düğünden üç gün önceye kadar dünürlerimle Bodrum’da oturduğumuz düşünülürse el-hak kalktı da. Ama bu arada arkadaşlarımın hakkını da vermem lazım. Hepsi elbirliğiyle ben Bodrum’da yan gelip yatarken, İstanbul’da bütün işleri üstlendiler.
Mönüde ne olması gerektiğinden, Lütfen Cevap Veriniz’e gelen telefonları cevaplamaya kadar binbir sıkıntıyı, kısaca düğünün bütün sıkıntısını üstlenen Banu Birkan’ı... Sonra pastadan tut da, anı lavanta torbalarının üzerindeki işlemelere dek yığınla ayrıntıyı çözen Feridem Edigem’i... Mekanı süsleyecek Aisha firmasıyla irtibatımı sağlayan Situş’umu... Sesi, müziği, ışığı, emanet ettiğimiz canım Aydın Polatcan’ı... Bir telefonla yağdırdığı pembe-kırmızı-beyaz Corvus’larla davetlilere damak ziyafeti çeken Reşit Soley’i... Ve fıstık gibi bir kaynana olmam için ekibini seferber eden Fatoş Ahunbay’ı saymadan geçebilir miyim hiç!
Onlar olmasa, elleri o geceye değmese aynı mı olurdu bizim düğün? Olsa bile aile arasında kırk gün konuşulmazdı.
Hepsine sonsuz teşekkürler ama Elçin ile Cem’e özel bir teşekkürüm var. Elçin Antipas’a ve Cem Mazlum’a Yani Fransız Bahçelerinin sorumlusu iki kardeşe.
İşte asıl onlar olmasa, bahçeyi ve gönüllerini bize açmasalar, Defnoş’un gizliden gizliye hayalini kurduğuna adım gibi emin olduğum masal gibi bir düğün hevesi asla gerçekleşemez, belki de düğünlerin kaçınılmaz eşlikçisi eksikler hepimizin canını burnundan getirir, sevincimize gölge düşerdi...

Haberin Devamı

BOĞAZ’DAKİ FRANSIZ MÜLKÜ

Gerçekten de Boğaz’ sırtlarında büyülü bir mekan Fransız Bahçeleri.
1807’den beri Fransız Konsolosluğu’nun mülkiyetinde, dilimin bahçe demeye varmadığı koca koru o kadar özenle korunmuş ki, sahil yolundan sapıp da kıvrıla büküle giden dar sokağı izleyip vardığınızda, hemen farklı bir yere geldiğinizi hissediyorsunuz. Alçak taş kapının eşiğini aşıp içeri girdiğinizde büyülü bir atmosferle karşılaşıyorsunuz.
Ticari amaçla kullanılmayan korunun bütün işletim hakkı Union Française’e bağlı ama iki yıldır bakımını ve organizasyonları Elcyhn Catering firması üstlenmiş. Yıllar önce sevgili Elçin Antipas tarafından Ankara’da kurulan firma, bahçelerdeki tüm etkinliklere catering hizmeti de veriyor. İster kurumsal organizasyon, ister bin kişilik düğün; mekanda gerçekleşen her etkinliğin mükemmel olmasının nedeni onlar. Bahçelerin ruhuna dokunmadan öyle incelikli bir düzenleme yapmışlar ki görmeyene anlatmak zor. Taş duvarlarla uyum içinde taş döşeli yollar, asırlık ağaçları ve duvarları yalayıp giden ışıklar, ses ve çevre düzenlemesi için profesyonel bir ekiple yapılan işbirliği...
İster masalara oturularak yensin, ister bizimki gibi ayakta servis edilsin; yemeklerden müzik yasağıyla sesler kısıldığında dansa devam edilecek çadıra kadar tüm ayrıntılar öyle ince elenip sık dokunmuş ki!
Kendinizi emin ellere teslim ettiğinizi fark ediyor ve davet vermenin sıkıntısını bir an olsun hissetmiyorsunuz. Elçin ile Cem’in sağ kolları olduğunu bildiğim Veysel Bey’in de bu rahatlıkta payı büyük. Bir de Hande’lere kocaman bir teşekkür.
Çevre düzenlemesinden sorumlu firmanın ortakları iki Hande’ye. İkisine de buradan kocaman bir öpücük!

Yazarın Tüm Yazıları