Bayram’da iyimserlik...

Türkiye’nin keskin bir demokrasi virajına dönmesine şunun şurasında 24 saat kaldı. 13 Eylül sabahı, halk oylaması sonuçları nasıl çıkarsa, o gün bunu nasıl yorumlamak gerektiğine ilişkin düşüncelerimizi satırlar halinde cümlelere dökeceğiz.

Gazeteleri köşeleriyle birlikte şöyle bir karıştırırsanız, 13 Eylül yazılarının şimdiden başladığına da hükmedebilirsiniz. “Hayır”cı kalemlerin bir kısmının “Hayır” umutlarının tükenmekte olduğunu, “Evet” sonucuna ilişkin olarak nasıl pozisyon alacaklarının antremanına başladıklarını görebilirsiniz.
“Hayır” ihtimali mi yok mu? Ortadan kalktı mı?
Var. Hayli zayıf bir ihtimal olmakla birlikte, var. Ortadan kalkmadı.
“Hayır” çıkarsa, ben ve benim gibi “Evet”çiler ne yapacak? Ne yazacak?
Hangi sonuç çıkarsa çıksın, Türkiye’nin ileri yürüyüşünün doğrultusunun değişmeyeceğini yazdık. “Hayır” söz konusu yürüyüşü yavaşlatmış olur. O kadar. O yürüyüşün yavaşlaması kötü olur, çok kötü olur ama durmaz.
Geçen hafta İtalya’da bir panelde konuşurken, Türkiye’nin demokratikleşme yolundaki sancıları ne olursa olsun, “Rubikon’u geçti” demiştim. Evet, Türkiye “Rubikon’u geçti”!
Geri dönüşü yok.
Türkiye, “Hayır” çıkarsa demokrasi aramaktan vazgeçecek değil ya. Zaten “Evet” çıkarsa da, Türkiye’nin demokrasi yürüyüşü tamamlanmış, hedefine varmış olmayacak. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, demokrasi yönünde önemli bir virajı dönmüş olacak.
Daha gidecek, yürüyecek uzun bir yolumuz var. Üstelik, yüzde 40’lar dolayında gözüken “Hayır” ile ülkemizin Kürtlerinin hatırı sayılı bir bölümünün kendilerini Türkiye genelinden ayrıştırarak “boykot”çu olduğu bir siyaset sahnesinde, demokratik bir ülke için daha yürünecek hayli uzun bir yol var demektir.
***            ***         ***
Önemli olan, “Evet”in demokratikleşme yolunda ilerlemek için sağlayacağı güçlü “moral ivme.” 12 Eylül askeri darbe anayasasının, bir 12 Eylül günü yüreğine saplanacak hançerle kan kaybetmesi, 12 Eylül askeri darbe anayasasının yerini tümüyle yeni, demokratik, sivil bir anayasanın alması girişiminin başlaması için sinerjik bir etki yaratacak.
“Evet”in sağlayacağı o moral ivme ile üreyecek sinerjik etkiyle, 2011 seçimlerine doğru yeni anayasa arayışları zemininde yol alacağız. Bütün partilerin seçim platformu “yeni anayasa taslağı” olmak zorunda kalacak.
Yeni bir anayasanın, geniş bir mutabakat zemini ve uzlaşma gerektirdiğini söyleyenlerek “Hayır”a sığınmış olanlar, soyut sloganların arkasına saklanmak ve bu referandum kampanyasında sıkça rastlandığı gibi gerçekleri çarpıtmak, tartışmayı saptırmak yerine, Türkiye’nin “yeni sözleşmesi”nin ne olması gerektiğine dair somut görüşler ve öneriler koymaya mecbur kalacaklar.
Çünkü, seçim, somut platformlar talep edecek. Herkesin seçim platformu, “Evet” sonucunda elde edilecek moral ivmeyle yeni anayasa taslaklarının yarışmasına dönüşmek zorunda olacak.
12 Eylül’de yarın oylanacak anayasa değişiklerine “Evet”, Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesiyle pekişmiş olan “askeri-bürokratik vesayet rejimi”nin pençelerinden ülkeyi çekip çıkartacak. “Vesayet rejimi”nden bir nebze sıyrılmış bir ortam, Türkiye’de 2011 seçimlerinin ve sonuçlarının da selameti anlamına geliyor.
Bu çerçevede, yarınki oylama, evet “Türkiye’nin geleceği”ni oylamak anlamına geliyor.
Benim gibiler, bu halka, onun sağduyusuna her vakit güvendiler. Halk oylaması sonucunun olumlu olacağına da aynı nedenden ötürü güveniyorum. Anket sonuçları öyle gösterdiği için değil.
Anket sonuçları, halka ve sağduyusuna güvenimizi teyid ediyor.
Türkiye’de önemli bir siyasi kırılma ve bununla birlikte önemli bir zihniyet dönüşümü gerçekleşti. Türkiye’de bir yeni toplum kimyası oluştu.
Halk oylamasının sonucu, bu yeni toplum kimyasına işaret edecek.
***            ***       ***
Radikal’in yeni genel yayın yönetmeni Eyüp Can, Hürriyet gazetesindeki köşesine dün benim ve Tarhan Erdem’in fotoğrafını yerleştirmiş, “Kimyası bozulan toplum ve anketler” başlıklı yazısında bana bir önceki yazımdan ötürü dokundurmuş. Radikal genel yayın yönetmeni, bir Radikal yazarına Hürriyet’te dokunduruyor.
Değişik gazetelerin, hatta aynı gazetede yazan köşe yazarlarının birbirleri arasındaki polemikleri basın dünyasında sık rastlanan bir şey. Doğal hatta gazeteciliğin gerekli gıdası. Bir gazetenin genel yayın yönetmeninin kendi gazetesinin yazarına bir başka gazetenin köşe yazarı şapkasıyla yaklaşması ise pek ya da hiç rastlanan bir şey olmadığı için kimilerine “tuhaf” görünebilir. Ben, bunu genç ve yenilikçi bir genel yayın yönetmeni tarzı olarak gördüm. İyiye yoruyorum.
Siyasi duruşu ya da fikir yönü öne çıkan gazetelerin genel yayın yönetmenlerinin 30’lu yaşlarında olmasının iyi sonuçlar verdiği tecrübe ile sabit. 12 Eylül döneminde medyanın askeri yönetime karşı tavrı en öne çıkan gazetesi Cumhuriyet’in başında o yıllarda 30’lu yaşlarının ortasında olan Hasan Cemal vardı. Benim de o dönemde bir parçası olma mutluluğuna eriştiğim Cumhuriyet, iyi ve başarılı bir gazeteydi.
Bir genel yayın yönetmeninin görevinden ayrılmasından sonra hakkında en fazla imrenilecek yazılara haklı olarak muhatap olan İsmet Berkan da, Radikal’in başına geldiğinde 30’lu yaşlarındaydı. Tam 10 yıl Radikal’i Radikal yaparak başarıyla yönetti.
Onun yerini alan Eyüp Can da 30’lu yaşlarında. Radikal’e yakışıyor. Eyüp, beni doğru olarak “yakın dostu” olarak tanımladı. Eyüp’ü, ben de çok yakından tanıdığım için, yeniliklere ne kadar açık, akıllı bir insan olduğunu biliyorum. 13 Eylül’den sonra genç bir genel yayın yönetmeni için doğal acemilik süresini atlatıp kendisini yenileyecek yeteneklere sahip olduğunu da dolayısıyla biliyorum.
12 Eylül halk oylamasının ortaya çıkaracağı “yeni toplum kimyası”, şu referandum sürecinde yaşananları nasılsa arkasında bırakacaktır. “Yeni toplum kimyası”na uyanlar ayakta kalacaktır. Kamuoyumuzun iyimserliğini yitirmesi için hiçbir sebep yok.
13 Eylül’e Türkiye yeni toplum kimyası ile girecek.
Kuşkunuz olmasın.
Bayram bitmedi. İyimser olun...
Yazarın Tüm Yazıları